HUNP: 8,4 Follow @filmnostalgi Tweet |
Üç
Tekerlekli Bisiklet
Vizyon Tarihi
: 1962
Hunp : 8,4
Orijinal Dil :
Türkçe
Oyuncular :
|
Sezer Sezin | Hacer | |
|
Ayhan Işık | Ali | |
|
Senih Orkan | Selim | |
|
Sadettin Erbil | Yakup Kantarcı | |
|
Reha Yurdakul | Reşat | |
|
Osman Alyanak | Şaban | |
|
Ayla Kaya | Gülsen | |
|
Nuri Genç | Hamdi | |
|
Asım Nipton | Komiser | |
|
Muazzez Arçay | Döndü | |
|
Haydar Karaer | ||
|
Mehmet Ali Akpınar | Apti | |
|
Niyazi Vanlı | Apti'nin Adamı | |
|
Selahattin İçsel | Helvacı | |
|
Hakkı Haktan | Sarı | |
|
Talia Saltı | Mahalleli | |
|
Hayri Esen | Ayhan Işık Seslendirmesi | |
|
Alev Koral | Ayla Kaya Seslendirmesi | |
|
Erdoğan Esenboğa | Hakkı Haktan Seslendirmesi | |
|
Birsen Kaplangı | Seslendirme | |
|
Nevin Akkaya | Sezer Sezin Seslendirmesi | |
|
Süha Doğan |
Asım Nipton Seslendirmesi
|
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Eser
|
|
Süre
|
86 dk.
|
Tür
|
|
Özellikler
|
Siyah Beyaz, 35 mm
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
Sevdiği iki adam arasında seçim yapmak zorunda kalan Hacer’in hikâyesi anlatılır. Hacer, İzmir’e çalışmaya giden kocası Reşat’ı uzun yıllardır beklemektedir. Kocasının yokluğunda çocuğunu büyütür ve evini çamaşır yıkayarak geçindirmeye çalışır. Her gece oğlu Hasan’ı kocasından gelen tek mektubu okuyarak teselli eder. Bir gece yaşadıkları mahallede cinayet işlenir. Cinayeti işleyen Ali, Hacer’in evine sığınır. Hacer, yaralı olan Ali’ye yardım eder ve uzun süre Ali’yi çatı katında saklar. Hasan tesadüfen gördüğü Ali’yi babası zanneder. Bu olay karşısında çaresiz kalan Hacer, Hasan’ın sevincine göz yumar. Bunun üzerine Ali, Hasan’a babalık yapmaya başlar. Bu durum zamanla Hacer ile Hasan’ın yakınlaşmasına sebep olur. Ali, Hacer ve oğlunu alıp yurt dışına kaçmak için hazırlıklar yapar. Ancak kendilerini bir sürpriz beklemektedir. (Meltem İşler Sevindi)
Replikler:
‘El Cid’ (1961)
‘soundtrack’ındaki ‘Farewell’ (Miklós Rózsa).
Gaz lambası, biraz çorba ve bir parça ekmek.
Ali; “Çamaşırcılık mı yaparsın?”
Hacer; “Evet.”
Ali; “Aksilik! Benim de 5-6 liradan fazla yok üstümde. 4 bin lira hesabım vardı Helvacı’da. (Düşmanları bunu daha ‘teferruatlı’ biliyor. Sarı Sami-Hakkı Haktan “4120 lirası var Helvacı’da” diyecektir). Cumartesi alacaktık. O da kaldı.”
Hacer; “Nasıl oldu bu iş?”
Ali; “Oldu işte. Niye ele vermedin beni?”
Hacer; “Kanlısı gelip sığınsa bizde kötülük etmezler insana.”
Ali; “Nerelisiniz?”
Hacer; “Diyarbakır’dan oluruz. Teslim olsan daha iyi değil mi? Bak, böyle! Ne yapacaksın peki?”
Ali; “Bilmem, düşüneceğim.”
Hacer; “Bir bakalım yaraya.”
Ali; “İyidir! Kaç yıldır buradasınız?”
Hacer; “Dört! Hasan iki yaşındaydı.”
Ali; “Babası?”
Hacer; “Çalışmaya gitti İzmir’e. Memleketimiz var da orda bir fabrikada.”
Ali; “Kaç yıl oldu?”
Hacer; “Üç yılı geçiyor.”
Orhan Kemal’in ismini önce ‘Yabancı’ olarak düşündüğü ve 1970’de yayınlanacak ‘Kaçak’ın (8. basım-1995) (Tekin Yayınevi) 1962’deki Yeşilçam uyarlaması. Senaryoyu ‘Hüsamettin Gönenli’ adıyla Vedat Türkali yazmış.
‘Elmer Gantry’deki (1960) ‘Main Title’ (André Previn) ve ‘El Cid’deki (1961) “The Cid’s Death” (Miklós Rózsa). Jenerikte bu melodiler var.
Tozlu topraklı Taşlıtarla. Gündüzleri tavuk, geceleri köpek sesleri yankılanıyor. ‘Çinko duvarlı’, derme çatma evler. Çoğu tek katlı. Her taraf çocuk dolu. Sırayla Bülent’in bisikletine biniyorlar. Arada bir dolaşan ‘34 AA 722’ plakalı polis cipi ve 1-2 minibüs dışında bir taşıt yok. O hafta sonu Dr. Nuri Arslan’ın ‘himayelerinde’ sünnet düğünü varmış. Büyük sürprizler, piyango, ses sanatkârları. “Yatak, karyola, çocukların her şeyi tamam. Pazar’a bir düğün olacak, görmeyin” diyor hekimimiz.
Hacer, 5 yaşlarındaki oğlu Hasan’la burada yaşıyor. Ayağında takunyalar. Geçimi çamaşırcılıktan. Her yan leğen, ip, mandal dolu. Bir köşede ‘kirleri kabartmakta kullandığı’ kül. Su, bahçedeki kuyudan. ‘Yarı dul’ sayılır (sf. 105). Gurbete çalışmaya giden kocasından bir mektup dışında haber alamamış. Her gece okuyor ana oğul. Artık ezberlemişler; “Evvela mahsus selam ederim. Döndü Nine’nin gözlerinden öperim. Soranların hepsine de selamlar. Senin de…” Bir an duralayınca oğlu getirir gerisi; “Gözlerinden öperim.” Satırlarda, ayrıca ‘çok göreceği geldiği, inşallah Hasan’ı ikinci yılını doldurmadan burada olacağı’ yazılı. Sonrasında ne bir haber, ne bir şey. Mahallenin fettan kızı Gülsen “Sen nasıl bekliyorsun Reşat Abi’yi dört senedir” demişti manalı manalı.
Büyüdükçe Hasan da babasıyla ilgili ‘kılı kırk yarmaya başlamış’. Sorar durur. “Ben uyurken gelse babam uyandırır mısın?” Bir de “Bana ne zaman ‘pisiklet’ alacaksın” diye başının etini yiyor anasının.
Hacer ne yapsın. “Sahipsizlik, ah sahipsizlik! (sf.32)” Ev için Yakup Kantarcı’ya 560 lira borçlu. Onun bunun çamaşırıyla ödenecek şey mi bu. Ama adamda insaf yok. “Ne yap yap, ver benim 500 kâğıdımı. Yoksa eve haciz koyduracağım ha” diye neredeyse ‘gözünü oyacak’ genç kadının.
Mahalle kahvesinde ise bir telaş bir telaş. (İhsan Bayraktar da orada). Herkes “Almanya’ya gitmek” derdinde. Bir sene kaldın mı bir araba alıyormuşsun. Sonra sen sağ ben selamet. Maraşlı dönüşte 40 bine satmış. Şaban Ağa bile ‘kâğıtlarını yaptırıyor’. İlerlemiş yaşı nedeniyle ‘gitsem mi gitmesem mi’ diye ikircikliydi. ‘Topal’ Selim “Gidersen ne olur biliyor musun Şaban Ağa? Nüfusumuz bir kişi eksilir”; Hamdi de “Aman gitme Şabancığım” diye takılıyorlar.
‘Music To Be Murdered By’ (Jeff Alexander) (Featuring Alfred Hitchcock). Bir gece, mahalle kimbilir kaçıncı uykuda. Biri hariç pencereler karanlık. Sarı ışık sızan ev Hacer’in. Leğenin başında, ertesi güne yetiştireceği çamaşırlarla boğuşuyor. Birden kapı açılır. Eli tabancalı, bir ‘yabancı’, bir ‘kaçak’ kocaman bir kuş gibi oracığa devrilir. Yaralı, üstü başı kan içinde. Yorgun, bitik, halsiz. “Peşimde namussuz herifler. Kusura bakma korkuttum seni. Benden kötülük gelmez sana. Dünya ahret kardeşim ol” diyor genç kadına. ‘Yüz insanın aynasıdır’. Zaten Hacer de “Bu adamdan hiçbir zarar gelmez bana” diye düşünmüştü. Kocası gittiğinden beri eve giren ilk erkek. Kanı mı kaynadı nedir polise haber veremez bir türlü. Merdivenle çatı arasına çıkarıp yarasını sarar.
Adı Ali’ymiş. Sütçü Ali. Bir mandırası var. Daha doğrusu ‘vardı’. Geçinip giderken ‘Emin-Arif Kollektif Şirketi’ arazisine göz koymuş. ‘Milyon yatıyormuş orada’. Sonrası tatsız. Mahkemelik olmaya ve mandırasını yakmaya dek varmış. Bizimki de Emin Bey’i öldürmüş o kızgınlıkla. Karısını çocuğunu da vuracaktı. Son anda vazgeçer. ‘Kaplan Meşeliği’nin oralarda kaybettirir izini. Filmin burasında küçük bir hata var. Kaçarken, açılan ateşle sol tarafından yaralanmıştı. Hacer’in evine geldiğinde yara sağındaydı. ‘İçerde kurşun kalmaması’ işin tesellisi.
Kan izlerinden mahalleye geldiği anlaşılmış. Komiser Asım Nipton, Selim’e Ali’yi soruyor. Meğer Emin Bey’le ‘bir geçmişi varmış’ Topal’ın. Sonradan unutulup gitse de dövdürüp sakat bırakmış.
Şirket kamyonunun gelmesi çok sürmez. Ali’nin oralarda bir yerde olduğu anlaşılınca Arif Bey adamlarını (Hamdi’ye göre ‘köpeklerini’) göndermiş. Şaban “Kim döktü bu gübreleri buraya” diyor. Apti-Mehmet Ali Akpınar, Kırba-Haydar Karaer, Niyazi Vanlı. 80-100 hanelik mahallede bütün yollar kesik. Kahramanımızın kaçması imkânsız. Birinin yataklık ettiği anlaşılmış. Helvacı Selahi İçsel’den alacağı olduğunu da öğrenmişler. Sarı Sami-Hakkı Haktan orada ‘nöbette’. Apti, biraz para verip “Kırarım öbür ayağını da Topal. Bu dünyadan pisi pisine gitmek istemiyorsan gözünü dört aç” diye tehdit ediyor Selim’i.
Hacer o zamana dek yabancı erkek konusunda çok dikkatliydi. “Yavruma ‘kahpe analı’ dedirtmem” diyordu. Kendi çok çektiği için eve ‘üvey baba’ sokmamaya da kararlı. Ancak günler geçtikçe Ali’yle birbirlerini benimsemişler.
‘Le Meurtier’deki (1963) ‘Prologue’ (René Cloérec). Hasan’da bir şeyler sezmiş. Anası, sünnet kıyafeti için dışardayken merdivenle çatı arasına çıkar. Genç bir adam var orada. “Sen babam mısın? Geldin demek. İyi ettin.” Bir yanağını bırakıp diğerini öpüyor Ali’nin. Sevinçten sünnet olmaya bile razı olur. Eve geldiğinde ‘üç tekerlekli bisiklet’ ve iki oyuncak tabanca bekliyordu kendisini. Onca tehlikeyi umursamadan İstanbul’a inen Ali almış bunları. Kahveci arkadaşı Abdullah Ferah’tan aldığı 100 lira ile.
Yakup alacaklı olmanın verdiği yüzsüzlükle sırnaşmaya devam ediyor. Bir gece saldırır da. Parayı bu şekilde ‘tahsil etmek’ istedi herhalde. Hacer, Ali’nin tabancasını çekince hemen savuşur oradan.
‘Elmer Gantry’deki (1960) ‘Prologue’ (André Previn). Karşılık olarak, gece karanlığında bir güzel sopa yer Ali’den. Yüzündeki şiş ve morlukları “Kasımpaşalı Nuri’nin 5 adamı yolumu kesti” diye anlatacaktır kahvede.
Aile birbirine alışmış. Bisikletin ‘üç tekerleği’ gibi uyum sağlamışlar. “Bırakmazsın bizi değil mi? Bırakmazsın değil mi” diye gözyaşı döküyor Hacer. Kaçmaya karar verirler. Ama bunun için Helvacı’daki para gerekli.
Hiç beklenmedik bir zamanda eve bir polis baskını olur. Ama bu Ali’yi aramak işin değil. Yakup tabanca için şikâyetçi olmuş. Genç kadın, Hasan’ın oyuncak tabancasını gösterir Asım Nipton’a. Durumu böyle idare ediyor. Bu sahnelerde Selim her şeyi anlamış gibiydi. Ama nedense aileye hep destek.
‘El Cid’deki (1961) ‘13 Knights’ (Miklós Rózsa). Helvacı’dan parasını almaya giden kahramanımız karşısına çıkan Niyazi Vanlı ile dövüşmek zorunda kalır. Selahi İçsel ne verdiyse kaparak uzaklaşır. “Eksik ziyade benim.” Dönüşte ‘bahçelerin kıyısına’ kadar Sarı peşindeydi. Sonra izini kaybettirmiş. Artık çember iyice daralmakta.
Tam bu günlerde biri gelir mahalleye. Bir elinde iple bağlı bavul, diğerinde bohça minibüsten iniyordu. Hacer’in hayırsız kocası Reşat dönmek için bula bula böyle bir zamanı bulmuş.
‘El Cid’ (1961) albümündeki ‘Battle of Valencia’ (5.59’dan itibaren) (Miklós Rozsa). Karısı ile göz göze gelmesi bu melodi ile. Ancak kapı yüzüne kapanmış. Eve alınmıyor. Döndü Nine yardımcı olmaya çalışır: “Üstüne varmaya gelmez oğlum. Fenalaşır biçare. Bizinki rahmetli, seferberlikten döndüğü zaman ben de aynı böyle oldumdu. Üç gün sokmadımdı odama. Geçer oğlum! Ee, kolay mı 4 yıllık ayrılık bu. Az çekmedi taze.”
Gerçekten de ‘az çekmemiş taze’. Ama durum başka. “Benim kocam sensin” dediği Ali de var şimdi.
Reşat’ın gelişi, polis, Naci Bey’in adamları. Artık çember iyice daralmış. Teslim olmaktan başka çare kalmaz delikanlı için. Ama Apti ve arkadaşlarını iyice patakladıktan sonra. Elleri kelepçeli giderken birkaç adım arkasında Hacer ve Hasan, onların da gerisinde ayağını sürüyerek Selim geliyordu.
‘Vukuat Var’ ve ‘Hanımın Çiftliği’nin devamı olan ‘Kaçak’ biraz farklı. Gavurdağları’nın kıyısında yarı kasaba, yarı köy bir kocaman yerleşim merkezi. Hacer oğlu Hüseyin’le burada yaşıyor. Babası ‘O daha şu kadarcıkken ölmüş’. Anası bir müddet ‘el kapılarında çalışıp, otellerin kirli yatak yorgan çarşaflarını, bekâr çamaşırları yıkadıktan sonra pek tanımadığı iri yarı biriyle evlenir. Geçim belasının ağır yüküne dayanmak zor. Kendisi de ‘rahmetli’ olunca 10 yaşındaki kızı ‘üvey babanın eline kalıyor’. Yine insaflı adammış ‘yan gözle bakmak için’ birkaç yıl bekler. Hacer, ‘on beşine bastığı yıl bir gece uyandığında yorgan altındaki bacaklarının okşuyordu ‘babası’. Güç bela kaçıp fabrikalarda mevsim işçiliği yapan bir delikanlıyla evlenir. Hüseyin doğduktan sonra (adını öğrenemeyeceğimiz) kocası “Doğu’da bir yerde anasından kalma malı almak için gider”. Tam yedi yıl olmuş. Gidiş o gidiş. Reşat hiç olmazsa ‘bir’ mektup yazmıştı. Dert dert üstüne Haşim Ağa’nın yeğeni Topal Duran da askıntı olur durur. Bir gece yaralı Habip sığınır genç kadının evine. Muzaffer Bey’i ‘haklamış’ ve Hanımın Çiftliği’ni kundaklamış. Ali’den farklı olarak evli ve çocuğu var. Ama Hacer’i sevmiş. Bu arada genç kadın ormanlık bir yerde Topal Duran’ın saldırısına uğrar. Adamı bıçakla yaralayıp kendini kurtarır. Romandan farklı olarak Habib, Hüseyin’e bisikleti alamaz. O anlı şanlı sünnet de yok. Ayrıca çalılığın orda buluşup beraberce kaçacaklardı üçü.
‘West Side Story’deki (1961) ‘Prologue’ (Leonard Bernstein).
Ali; “Yalnız bir adamdım. Babam ölünce dededen kalma bir mandıra bıraktı. Bu Emin Bey bir şirket kurdu Arif Bey’le. Bir inşaat şirketi. Çok üstüme düştüler. ‘Vermem’ dedim. Mahkemelik olduk. Kaybettiler. Tehdide başladılar bu sefer. Yok bahasına almak istiyorlar. ‘Mandıranı yakarım’ dedi Arif Bey. Balık suratlı bir adamdı. Islak gözlü. Sonra bir gece alevler arasında uyandım. Mandıra yanıyordu. Fırladım evden. Doğru evine koştum herifin. Öldürmek bile çok ufak göründü bana. Asıl vurulacak Arif Bey’di belki de. Keşke daha önce yanısaydım seni. Öldürmezdim belki de.” (Cümlelerin gelişinden ‘Arif Bey’i öldürmüş’ gibi bir anlam çıkıyor).
Kitaptaki Hacer de “Bana sorarsan insanı öldürmek kolay, yaşatmak zor. Marifet yaşatmakta” demişti.
(Yazan: Murat Çelenligil)
Gaz lambası, biraz çorba ve bir parça ekmek.
Ali; “Çamaşırcılık mı yaparsın?”
Hacer; “Evet.”
Ali; “Aksilik! Benim de 5-6 liradan fazla yok üstümde. 4 bin lira hesabım vardı Helvacı’da. (Düşmanları bunu daha ‘teferruatlı’ biliyor. Sarı Sami-Hakkı Haktan “4120 lirası var Helvacı’da” diyecektir). Cumartesi alacaktık. O da kaldı.”
Hacer; “Nasıl oldu bu iş?”
Ali; “Oldu işte. Niye ele vermedin beni?”
Hacer; “Kanlısı gelip sığınsa bizde kötülük etmezler insana.”
Ali; “Nerelisiniz?”
Hacer; “Diyarbakır’dan oluruz. Teslim olsan daha iyi değil mi? Bak, böyle! Ne yapacaksın peki?”
Ali; “Bilmem, düşüneceğim.”
Hacer; “Bir bakalım yaraya.”
Ali; “İyidir! Kaç yıldır buradasınız?”
Hacer; “Dört! Hasan iki yaşındaydı.”
Ali; “Babası?”
Hacer; “Çalışmaya gitti İzmir’e. Memleketimiz var da orda bir fabrikada.”
Ali; “Kaç yıl oldu?”
Hacer; “Üç yılı geçiyor.”
Orhan Kemal’in ismini önce ‘Yabancı’ olarak düşündüğü ve 1970’de yayınlanacak ‘Kaçak’ın (8. basım-1995) (Tekin Yayınevi) 1962’deki Yeşilçam uyarlaması. Senaryoyu ‘Hüsamettin Gönenli’ adıyla Vedat Türkali yazmış.
‘Elmer Gantry’deki (1960) ‘Main Title’ (André Previn) ve ‘El Cid’deki (1961) “The Cid’s Death” (Miklós Rózsa). Jenerikte bu melodiler var.
Tozlu topraklı Taşlıtarla. Gündüzleri tavuk, geceleri köpek sesleri yankılanıyor. ‘Çinko duvarlı’, derme çatma evler. Çoğu tek katlı. Her taraf çocuk dolu. Sırayla Bülent’in bisikletine biniyorlar. Arada bir dolaşan ‘34 AA 722’ plakalı polis cipi ve 1-2 minibüs dışında bir taşıt yok. O hafta sonu Dr. Nuri Arslan’ın ‘himayelerinde’ sünnet düğünü varmış. Büyük sürprizler, piyango, ses sanatkârları. “Yatak, karyola, çocukların her şeyi tamam. Pazar’a bir düğün olacak, görmeyin” diyor hekimimiz.
Hacer, 5 yaşlarındaki oğlu Hasan’la burada yaşıyor. Ayağında takunyalar. Geçimi çamaşırcılıktan. Her yan leğen, ip, mandal dolu. Bir köşede ‘kirleri kabartmakta kullandığı’ kül. Su, bahçedeki kuyudan. ‘Yarı dul’ sayılır (sf. 105). Gurbete çalışmaya giden kocasından bir mektup dışında haber alamamış. Her gece okuyor ana oğul. Artık ezberlemişler; “Evvela mahsus selam ederim. Döndü Nine’nin gözlerinden öperim. Soranların hepsine de selamlar. Senin de…” Bir an duralayınca oğlu getirir gerisi; “Gözlerinden öperim.” Satırlarda, ayrıca ‘çok göreceği geldiği, inşallah Hasan’ı ikinci yılını doldurmadan burada olacağı’ yazılı. Sonrasında ne bir haber, ne bir şey. Mahallenin fettan kızı Gülsen “Sen nasıl bekliyorsun Reşat Abi’yi dört senedir” demişti manalı manalı.
Büyüdükçe Hasan da babasıyla ilgili ‘kılı kırk yarmaya başlamış’. Sorar durur. “Ben uyurken gelse babam uyandırır mısın?” Bir de “Bana ne zaman ‘pisiklet’ alacaksın” diye başının etini yiyor anasının.
Hacer ne yapsın. “Sahipsizlik, ah sahipsizlik! (sf.32)” Ev için Yakup Kantarcı’ya 560 lira borçlu. Onun bunun çamaşırıyla ödenecek şey mi bu. Ama adamda insaf yok. “Ne yap yap, ver benim 500 kâğıdımı. Yoksa eve haciz koyduracağım ha” diye neredeyse ‘gözünü oyacak’ genç kadının.
Mahalle kahvesinde ise bir telaş bir telaş. (İhsan Bayraktar da orada). Herkes “Almanya’ya gitmek” derdinde. Bir sene kaldın mı bir araba alıyormuşsun. Sonra sen sağ ben selamet. Maraşlı dönüşte 40 bine satmış. Şaban Ağa bile ‘kâğıtlarını yaptırıyor’. İlerlemiş yaşı nedeniyle ‘gitsem mi gitmesem mi’ diye ikircikliydi. ‘Topal’ Selim “Gidersen ne olur biliyor musun Şaban Ağa? Nüfusumuz bir kişi eksilir”; Hamdi de “Aman gitme Şabancığım” diye takılıyorlar.
‘Music To Be Murdered By’ (Jeff Alexander) (Featuring Alfred Hitchcock). Bir gece, mahalle kimbilir kaçıncı uykuda. Biri hariç pencereler karanlık. Sarı ışık sızan ev Hacer’in. Leğenin başında, ertesi güne yetiştireceği çamaşırlarla boğuşuyor. Birden kapı açılır. Eli tabancalı, bir ‘yabancı’, bir ‘kaçak’ kocaman bir kuş gibi oracığa devrilir. Yaralı, üstü başı kan içinde. Yorgun, bitik, halsiz. “Peşimde namussuz herifler. Kusura bakma korkuttum seni. Benden kötülük gelmez sana. Dünya ahret kardeşim ol” diyor genç kadına. ‘Yüz insanın aynasıdır’. Zaten Hacer de “Bu adamdan hiçbir zarar gelmez bana” diye düşünmüştü. Kocası gittiğinden beri eve giren ilk erkek. Kanı mı kaynadı nedir polise haber veremez bir türlü. Merdivenle çatı arasına çıkarıp yarasını sarar.
Adı Ali’ymiş. Sütçü Ali. Bir mandırası var. Daha doğrusu ‘vardı’. Geçinip giderken ‘Emin-Arif Kollektif Şirketi’ arazisine göz koymuş. ‘Milyon yatıyormuş orada’. Sonrası tatsız. Mahkemelik olmaya ve mandırasını yakmaya dek varmış. Bizimki de Emin Bey’i öldürmüş o kızgınlıkla. Karısını çocuğunu da vuracaktı. Son anda vazgeçer. ‘Kaplan Meşeliği’nin oralarda kaybettirir izini. Filmin burasında küçük bir hata var. Kaçarken, açılan ateşle sol tarafından yaralanmıştı. Hacer’in evine geldiğinde yara sağındaydı. ‘İçerde kurşun kalmaması’ işin tesellisi.
Kan izlerinden mahalleye geldiği anlaşılmış. Komiser Asım Nipton, Selim’e Ali’yi soruyor. Meğer Emin Bey’le ‘bir geçmişi varmış’ Topal’ın. Sonradan unutulup gitse de dövdürüp sakat bırakmış.
Şirket kamyonunun gelmesi çok sürmez. Ali’nin oralarda bir yerde olduğu anlaşılınca Arif Bey adamlarını (Hamdi’ye göre ‘köpeklerini’) göndermiş. Şaban “Kim döktü bu gübreleri buraya” diyor. Apti-Mehmet Ali Akpınar, Kırba-Haydar Karaer, Niyazi Vanlı. 80-100 hanelik mahallede bütün yollar kesik. Kahramanımızın kaçması imkânsız. Birinin yataklık ettiği anlaşılmış. Helvacı Selahi İçsel’den alacağı olduğunu da öğrenmişler. Sarı Sami-Hakkı Haktan orada ‘nöbette’. Apti, biraz para verip “Kırarım öbür ayağını da Topal. Bu dünyadan pisi pisine gitmek istemiyorsan gözünü dört aç” diye tehdit ediyor Selim’i.
Hacer o zamana dek yabancı erkek konusunda çok dikkatliydi. “Yavruma ‘kahpe analı’ dedirtmem” diyordu. Kendi çok çektiği için eve ‘üvey baba’ sokmamaya da kararlı. Ancak günler geçtikçe Ali’yle birbirlerini benimsemişler.
‘Le Meurtier’deki (1963) ‘Prologue’ (René Cloérec). Hasan’da bir şeyler sezmiş. Anası, sünnet kıyafeti için dışardayken merdivenle çatı arasına çıkar. Genç bir adam var orada. “Sen babam mısın? Geldin demek. İyi ettin.” Bir yanağını bırakıp diğerini öpüyor Ali’nin. Sevinçten sünnet olmaya bile razı olur. Eve geldiğinde ‘üç tekerlekli bisiklet’ ve iki oyuncak tabanca bekliyordu kendisini. Onca tehlikeyi umursamadan İstanbul’a inen Ali almış bunları. Kahveci arkadaşı Abdullah Ferah’tan aldığı 100 lira ile.
Yakup alacaklı olmanın verdiği yüzsüzlükle sırnaşmaya devam ediyor. Bir gece saldırır da. Parayı bu şekilde ‘tahsil etmek’ istedi herhalde. Hacer, Ali’nin tabancasını çekince hemen savuşur oradan.
‘Elmer Gantry’deki (1960) ‘Prologue’ (André Previn). Karşılık olarak, gece karanlığında bir güzel sopa yer Ali’den. Yüzündeki şiş ve morlukları “Kasımpaşalı Nuri’nin 5 adamı yolumu kesti” diye anlatacaktır kahvede.
Aile birbirine alışmış. Bisikletin ‘üç tekerleği’ gibi uyum sağlamışlar. “Bırakmazsın bizi değil mi? Bırakmazsın değil mi” diye gözyaşı döküyor Hacer. Kaçmaya karar verirler. Ama bunun için Helvacı’daki para gerekli.
Hiç beklenmedik bir zamanda eve bir polis baskını olur. Ama bu Ali’yi aramak işin değil. Yakup tabanca için şikâyetçi olmuş. Genç kadın, Hasan’ın oyuncak tabancasını gösterir Asım Nipton’a. Durumu böyle idare ediyor. Bu sahnelerde Selim her şeyi anlamış gibiydi. Ama nedense aileye hep destek.
‘El Cid’deki (1961) ‘13 Knights’ (Miklós Rózsa). Helvacı’dan parasını almaya giden kahramanımız karşısına çıkan Niyazi Vanlı ile dövüşmek zorunda kalır. Selahi İçsel ne verdiyse kaparak uzaklaşır. “Eksik ziyade benim.” Dönüşte ‘bahçelerin kıyısına’ kadar Sarı peşindeydi. Sonra izini kaybettirmiş. Artık çember iyice daralmakta.
Tam bu günlerde biri gelir mahalleye. Bir elinde iple bağlı bavul, diğerinde bohça minibüsten iniyordu. Hacer’in hayırsız kocası Reşat dönmek için bula bula böyle bir zamanı bulmuş.
‘El Cid’ (1961) albümündeki ‘Battle of Valencia’ (5.59’dan itibaren) (Miklós Rozsa). Karısı ile göz göze gelmesi bu melodi ile. Ancak kapı yüzüne kapanmış. Eve alınmıyor. Döndü Nine yardımcı olmaya çalışır: “Üstüne varmaya gelmez oğlum. Fenalaşır biçare. Bizinki rahmetli, seferberlikten döndüğü zaman ben de aynı böyle oldumdu. Üç gün sokmadımdı odama. Geçer oğlum! Ee, kolay mı 4 yıllık ayrılık bu. Az çekmedi taze.”
Gerçekten de ‘az çekmemiş taze’. Ama durum başka. “Benim kocam sensin” dediği Ali de var şimdi.
Reşat’ın gelişi, polis, Naci Bey’in adamları. Artık çember iyice daralmış. Teslim olmaktan başka çare kalmaz delikanlı için. Ama Apti ve arkadaşlarını iyice patakladıktan sonra. Elleri kelepçeli giderken birkaç adım arkasında Hacer ve Hasan, onların da gerisinde ayağını sürüyerek Selim geliyordu.
‘Vukuat Var’ ve ‘Hanımın Çiftliği’nin devamı olan ‘Kaçak’ biraz farklı. Gavurdağları’nın kıyısında yarı kasaba, yarı köy bir kocaman yerleşim merkezi. Hacer oğlu Hüseyin’le burada yaşıyor. Babası ‘O daha şu kadarcıkken ölmüş’. Anası bir müddet ‘el kapılarında çalışıp, otellerin kirli yatak yorgan çarşaflarını, bekâr çamaşırları yıkadıktan sonra pek tanımadığı iri yarı biriyle evlenir. Geçim belasının ağır yüküne dayanmak zor. Kendisi de ‘rahmetli’ olunca 10 yaşındaki kızı ‘üvey babanın eline kalıyor’. Yine insaflı adammış ‘yan gözle bakmak için’ birkaç yıl bekler. Hacer, ‘on beşine bastığı yıl bir gece uyandığında yorgan altındaki bacaklarının okşuyordu ‘babası’. Güç bela kaçıp fabrikalarda mevsim işçiliği yapan bir delikanlıyla evlenir. Hüseyin doğduktan sonra (adını öğrenemeyeceğimiz) kocası “Doğu’da bir yerde anasından kalma malı almak için gider”. Tam yedi yıl olmuş. Gidiş o gidiş. Reşat hiç olmazsa ‘bir’ mektup yazmıştı. Dert dert üstüne Haşim Ağa’nın yeğeni Topal Duran da askıntı olur durur. Bir gece yaralı Habip sığınır genç kadının evine. Muzaffer Bey’i ‘haklamış’ ve Hanımın Çiftliği’ni kundaklamış. Ali’den farklı olarak evli ve çocuğu var. Ama Hacer’i sevmiş. Bu arada genç kadın ormanlık bir yerde Topal Duran’ın saldırısına uğrar. Adamı bıçakla yaralayıp kendini kurtarır. Romandan farklı olarak Habib, Hüseyin’e bisikleti alamaz. O anlı şanlı sünnet de yok. Ayrıca çalılığın orda buluşup beraberce kaçacaklardı üçü.
‘West Side Story’deki (1961) ‘Prologue’ (Leonard Bernstein).
Ali; “Yalnız bir adamdım. Babam ölünce dededen kalma bir mandıra bıraktı. Bu Emin Bey bir şirket kurdu Arif Bey’le. Bir inşaat şirketi. Çok üstüme düştüler. ‘Vermem’ dedim. Mahkemelik olduk. Kaybettiler. Tehdide başladılar bu sefer. Yok bahasına almak istiyorlar. ‘Mandıranı yakarım’ dedi Arif Bey. Balık suratlı bir adamdı. Islak gözlü. Sonra bir gece alevler arasında uyandım. Mandıra yanıyordu. Fırladım evden. Doğru evine koştum herifin. Öldürmek bile çok ufak göründü bana. Asıl vurulacak Arif Bey’di belki de. Keşke daha önce yanısaydım seni. Öldürmezdim belki de.” (Cümlelerin gelişinden ‘Arif Bey’i öldürmüş’ gibi bir anlam çıkıyor).
Kitaptaki Hacer de “Bana sorarsan insanı öldürmek kolay, yaşatmak zor. Marifet yaşatmakta” demişti.
(Yazan: Murat Çelenligil)
Ödüller
|
En
İyi Kadın Oyuncu (İzmir Enternasyonal Fuarı 1. Film Şenliği-1965)
En İyi
Film (İzmir Enternasyonal Fuarı 1. Film Şenliği-1965)
|
Kurgu
|
Memduh Ün (Kurgu)
|
Yapım Ekibi
|
Vecdi Benderli (Yapım Amiri)
|
Abdullah Ataç (Yapım Amiri)
|
|
Muzaffer Hepgüler (Set Amiri)
|
|
Nuri İnal (Set Amiri)
|
|
Yönetmen Ekibi
|
Tunç Başaran (Yönetmen Yardımcısı)
|
Alp Zeki Heper (Yönetmen Yardımcısı)
|
|
Kamera Ekibi
|
Yılmaz Akay (Kamera Asistanı)
|
Hüseyin Karındoyuran (Kamera Asistanı)
|
|
Post-Prodüksiyon
|
Ali Berkan (Negatif Kurgu)
|
Recai Karataş (Laboratuar)
|
|
Erkan Taner (Laboratuar)
|
|
Mihail Skarpedis (Laboratuar)
|
|
Işık Ekibi
|
Fevzi Eryılmaz (Işık Şefi)
|
Erol Batıbeki (Işık Şefi)
|
|
Ses Ekibi
|
Tuncer Aydınoğlu (Ses Kayıt)
|
Arif Özalp (Senkron)
|
|
Taner Oğuz (Senkron)
|
|
Tasarım
|
Bedri Koraman (Afiş)
|
Firmalar
|
Be-Ya Film (Yapım)
Acar Film (Seslendirme, Film Hazırlık)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder