HUNP: 7,6 Follow @filmnostalgi Tweet |
Ümitler Kırılınca
Vizyon Tarihi
: 1962
Hunp : 7,6
Orijinal Dil :
Türkçe
Oyuncular :
|
Eşref Kolçak | Nejat Erdilek | |
|
Türkan Şoray | Oya | |
|
Fatma Bilgen | Melahat Hekimbaşı | |
|
Sedat Demir | Ahmet | |
|
Hakkı Kıvanç | Dr. Hasan | |
|
Senih Orkan | Reşat | |
|
Asım Nipton | Hakim | |
|
Yücel Hekimoğlu | Selim | |
|
Faik Coşkun | Nuri | |
|
Muammer Gözalan | Oya'nın Babası | |
|
Kadriye Tuna | ||
|
Niyazi Vanlı | ||
|
Hale Ercan | ||
|
Ahmet Mergen | ||
|
Yavuz Karakaş | Cevat | |
|
Abdurrahman Palay | E. Kolçak, F. Coşkun, N. Vanlı Seslendirmesi | |
|
Toron Karacaoğlu | Hakkı Kıvanç Seslendirmesi | |
|
Hayri Arlı | Yücel Hekimoğlu Seslendirmesi | |
|
Zafer Önen | Seslendirme | |
|
Sacide Keskin | Fatma Bilgen Seslendirmesi | |
|
Talia Saltı | Mahalleli | |
|
Timuçin Caymaz | A. Nipton ve F. Coşkun Seslendirmesi | |
|
Nevin Akkaya | Türkan Şoray Seslendirmesi | |
|
Erdoğan Esenboğa | Senih Orkan Seslendirmesi | |
|
Rıza Tüzün | Asım Nipton Seslendirmesi | |
|
Selahattin İçsel | Avukat | |
|
Kamer Sadık | Hakim |
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Müzik
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Süre
|
86 dk.
|
Tür
|
|
Özellikler
|
Siyah
Beyaz, 35 mm
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
Genç ve idealist Doktor
Nejat’ın ilaç karaborsacılarıyla yaşadığı çatışmayı anlatır. Nejat, tıp
fakültesinde okuyan fakir bir gençtir. Maddi sıkıntılar nedeniyle okulu
bitirmeden memleketine dönmek zorunda kalır. Ancak bu kararını uygulayamadan
fakülteden arkadaşı Oya’nın aristokrat yengesi Melahat Hekimbaşı’yla tanışır.
Bu tanışma bir evlilikle sonuçlanır. Melahat, ilaç karaborsacılığı yapmaktadır.
Bunu öğrenen Nejat, ilaç stoklanan depoya girmeye karar verir. Ancak olay
gecesi kendisine yardım eden Kezban’ı öldürmek suçundan tutuklanır. Nejat’ın
yargılanması, bütün gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. (Hasan Sakın)
Ayrıntılar:
‘2 Numaralı Do Minör
Piyano Konçertosu Op. 18: III. Allegro scherzando’ (1900/01) (Sergei
Rachmaninov).
Oya; “Kötü bir şey mi oldu Nejat?”
Nejat; “Aksine, iyi bir şey oldu. Melahat’tan ayrılmaya karar verdim.”
Oya; “..Düşünerek mi karar verdin yoksa kızgınlıkla mı?”
Nejat; “Kızgınlıkla. Bu kadınla evlendiğimi düşündükçe daha da artıyor kızgınlığım.”
Oya; “Evlenmek kararını da böyle vermiştin herhalde.”
Nejat; “Evet onu da kızgınlıkla verdim. Kendime kızarak, bütün dünyaya kızarak. Babana, abine kızarak en çok da ‘sana’ kızarak verdim. Anlıyor musun ‘SANA’ kızarak!”
Sinemamızda 27 Mayıs soluğu.
İstanbul Tıp öğrencisi Nejat Erdilek, ‘tahsilini bırakmak üzere’. Parasızlık canına tak deyince Maraş’a dönmeye karar vermiş. Yoklama defterini bile “Lazım değil artık” diyerek imzalamıyo r. Söylediğine bakılırsa derslere gelişi ‘veda için’. Bir okul çıkışı ‘Atatürk ve Gençlik Anıtı’ yakınlarında ‘Doktor’ Hasan’la dertleşiyordu. Köylüleri O’nu bekliyormuş. Falan filan. Ama ‘bir şey engel olsa da gitmesem/gidemesem’ havasında. Gizli bir aşkla sevdiği ‘milyoner kızı’ güzel Oya’dan uzak olmak zor. Bilmez mi bunu. Zaten ilerde “Yoluma çıkıp beni bu şehirde tutacak herkesin kulu kölesi olmaya razıydım” diyecektir. (Burada filmin bir sürprizi var. 1962 Ses finalisti Gürel Ünlüsoy, elinde kitap, Rektörlük Binası önündeydi).
Hasan, Zeytinburnu’nda bir muayenehane açmış. Hastalar (Talia Salta ve Avukat Hamdi Bey de aralarında) daha çok Nejat’ın hemşerileri. İğne ve pansuman yaparak kendisine yardımcı olan kahramanımız her tarafı dökülen bir medresede kalıyor. Aynı okuldan Ahmet, Selim ve Cevat ile oda arkadaşı. Fakirlik diz boyu ancak duvarda Edgar Degas’nın “Ballet-L’etoile” pastel tablosu (1878) var. Sofralarında ise hep fasulye. Yeni ameliyatlı Emine teyze, çamaşırcı kızı Kezban ve buradakilerin tümü yoksul takımından.
‘Hekimbaşıgil’ Oya da Nejat’la aynı sınıfta ama farklı ‘sınıf’tan. ‘Anne(sinin) babası’ Saray’da hekimbaşıymış. Meslek seçimi için “Büyükbabam hekimbaşı, babam doktor, abim doktor. Ben de olsaydım” diye şakalaşıyor. Babası İrfan Bey, ayrıca, bir işadamı. ‘Fabrikaları ve ithalat şirketleri var’. [‘Can Mustafa’ (1961) filminde olduğu gibi ‘henüz ihracat dönemine geçememişiz’]. Yaşlanınca işlerin idaresini oğlu Bumin’e bırakmış. Bunun kediye ciğer emanet etmek gibi bir şey olduğunu bilemezdi tabii. Amerika hayranı delikanlı, güç bela doktor çıkmış ama dolar kaçakçılığı yapıyor. Diğer ‘marifetlerini’ sonra öğreneceğiz.
Oya, Ahmet’le bir plan yapmış. Nejat’ın gitmesine engel olacaklar. Babası, belki bir iş bulabilirmiş kahramanımıza.
‘Begin the Beguine’ (1935) (Cole Porter). Gururlu delikanlı birkaç saat sonra İstanbul’dan gidiyordu. Ancak arkadaşları ne yapıp edip Oyalardaki ziyafete katılması için ikna ederler. Aslında bu, Bumin ile Amerikalı karısı Mandy’nin evlilik kutlamasıymış.
O gece Oya’nın yengesi Melahat ile tanışırız. Kürkler içinde alımlı bir kadın. Dirseğine kadar uzanan siyah eldiven, bilezik ve küpeler. 15 yıl önce geçirdiği çocuk felci nedeniyle hafifçe aksıyor. Koltuk değneği ile daha bir azametli. Kocası Lütfullah Bey rahmetli olunca Hekimbaşıgillerin ‘şirket ve fabrikalarına ortak olmuş’.
‘Brazil (Aquarella do Brasil)’ (1939) (Ary Barroso). Daha ilk dakikalarda Nejat’ı gözüne kestirir. Ayrıca ‘filinta gibi delikanlının’ Oya’ya olan aşkını sezmiş. Hemen, ince bir taktikle yeğenini kötülemeye başlar. Gençmiş akıllıymış lakin meşhur müteahhit Sedat Bey ve desinatör Mesut ile ‘flört etmese daha iyi olurmuş’!
Canı sıkılan Nejat hırsını, Amerika aşığı Bumin’den çıkarıyor. Toplumsal içerikli diyebileceğimiz bir iki şey söyleyip oradan ayrılır.
Ertesi gün otobüsü saat 5’te kalkıyordu. Çok da kararlıydı(!) bizimki. Ancak yine gidemez. Melahat Hanım, şoförü Selim’i göndermiş yemeğe bekliyormuş. Arkadaşlarına karşı durumu kurtarmak için yalancıktan ‘olmaz’ falan diye direnir bir müddet. Biraz sonra genç kadının evindeydi. Melahat bir satranç ustası gibi. Hamleleri akıllıca. Önce ‘tahsiline yardımcı olabileceğini’ hissettirir. Sonra da şiir konusunu açar. (Bu sırada öbür odada bambaşka bir şey var. Kardeşi Reşat, çikolata karşılığında hizmetçi Aysel’i mıncıklamaya çalışıyordu). Baudelaire’i ve ‘Les Fleurs du Mal’i (1857) pek severmiş hanımefendi. Özellikle de ‘Balkon’u (Le Balcon). Fransızcasını okuyor. Nejat da Cahit Sıtkı Tarancı’nın çevirisi ile eşlik ediyor. [Bu şiir ‘Ağlayan Bir Ömür’de (1968) tekrar kullanılacaktır].
Melahat; “(Birinci kıta ikinci satır) O toi, tous mes plaisirs! O toi, tous mes devoirs!”
Nejat; “(Nedense çeviri olarak birinci kıta birinci satırı okuyor) Hatıralar annesi, sevgililer sultanı//(Sonra ikinci kıtaya geçer) O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan//Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen//Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman.”
Melahat; “Les soirs illuminés par l’ardeur du charbon.”
Nejat; “(Melahat ikinci kıta beşinci satırı okumuştu, Nejat dördüncü satırdan devam ediyor) Ne söyledikse çoğu ölmeyecek şeylerden//(İkinci kıta beşinci satır) O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan//(Dördüncü kıtanın sonuna geçiyor) Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece//(Aynı kıtanın ikinci satırına dönüyor) Seçerim (aslı ‘seçerdim’) o karanlıkta gözbebeklerini//Mest olur, mahvolurum (aslı ‘mahvolurdum’) nefesini içtikçe//(Tekrar dördüncü kıtanın sonuna dönüyor) Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.”
Şiirde ne varsa Nejat, sonraki üç günü Melahat’ın koynunda geçirir. [Ahmet, Oya’ya “Çok misafirperver(!) yengen var, vallahi” diye takılıyor].
O zamana kadar ‘kesin’ olan Maraş’a gidiş artık ‘belli değil’e dönüşmüş!
Hasan’ın ‘sakat bir kadın, senden çok yaşlı’ diye uyarması yeterli olmaz. Sonraki sahnede evleniyorlar. ‘Dul’ kadını, ‘flört’ yapan (daha doğrusu ‘yaptığını zannettiği’) genç kıza tercih etmiş. “Sevdiğini bırak, sevmediğinle evlen.”
‘5 Numaralı Re minör Senfoni, Op. 47; I. Moderato’ (1937) (Dimitri Shostakovich). Oya nikâhın sonuna kadar duramaz. Deniz kenarında “İyi bir şey yapmadı. Tuhaf bir gururu vardır Nejat’ın” diyor Hasan. Genç kız ise hâlâ hoşgörülü. “Tahsiline devam eder, doktor olur.” Sonrasında lafı değiştiriyor; “Bak Boğaziçi ne güzel. Her şey güzel bu dünyada. Yaşamak ne güzel. Takalara bak, sandallara. Şu geçen gemiye. İskele, martılar, soğuk deniz. Yağmur yağınca da güzel.” Bu sırada gözyaşlarını silmesi için mendilini uzatıyor delikanlı.
Filmin gelişmesi üç yönlü. Medrese tamir nedeniyle boşaltıldığı için arkadaşları Hasan’ın yanına yerleşmişler. Kezban da muayenehanede ‘asistanlık’ yapıyor. İlaç isimlerini öğrenmiş. Yalnız ‘terramisin’i biraz geç kavramış. ‘Terlermisin’ gibi diyormuş.
Bumin, kendisini fabrikadaki ‘Kutu Dairesi’ne aldıracakmış. Hasan’ı da Amerika’da iş bulma vaadi ile oyalıyor.
İyi gitmeyen evlilik Nejat’ı; Köyden gelen misafirler de karısını bunaltmış. ‘Orası köylü hanı değilmiş, defolsunlar, cehenneme gitsinlermiş’. Bu çözümlenmesi zor durum kahramanımızın Oya’ya yakınlaşmasına neden oluyor. Melahat’ın söylediği ‘flört’ konuları da asılsızmış zaten. “İlk defa senden duyuyorum bu sersemce şeyleri. Ciddi söylemiş olamazlar sana bunları. Mesut, ayyaş, serserinin; Sedat, budalanın biri. Hem babam olur neredeyse. Seni işletmişler Nejatcığım” diyor genç kız.
Gittikleri lokantada delikanlıyı daha yakından tanıyoruz. Annesiz babasız büyümesi; Halası ve Yüzbaşı Kerim Bey sayesinde ortaokulu, sonra da bir işte çalışarak liseyi bitirmesi; 5 sene sağlık memurluğu ve geç kalmış tıp tahsili.
[Dışarı çıktıklarında filmin bir sürprizi daha var. Eşref Kolçak’a ait ’56 model ‘H 33 171’ plakalı siyah Citroen bir köşede uslu uslu bekliyordu].
Bu arada ilaç sektöründeki aksaklıklara; Heparin ve insülin (o zaman ‘ensülin’ deniyormuş) karaborsacılığına tanık oluyoruz. 5 liralık ilaç, eczanelerde bulunmadığı için el altından 80 lira! Şaşırtıcı ama Bumin, Reşat ve biraz da Melahat işin içinde.
Durumu anlayan Nejat, Kezban’ın yardımıyla fabrikaya gizlice giriyor. Tahmin ettiği gibi 11 numaralı depodaki ayakkabı sandıkları ağzına kadar kaçak ilaç doluydu.
Aynı gece aynı yerde Reşat, elinde çikolata, Kezban’ı kovalarken ölümüne neden olur. Ama Bekçi Nuri Taşkaya, O’nu değil duvardan atlayan Nejat’ı görmüş.
Kahramanımızın polisteki sorgusu sırasında filmin başka bir sürprizi var. Yönetmen Orhon Arıburnu, sorgulayan komiser rolünde. Kendisini değil fötr şapkalı gölgesini izliyoruz.
Nejat’ın kurtuluşu ‘insaniyet namına şahitlik etmek isteyen’ iki hırsız sayesinde olur. Gece işçileri Salih Ardıç ve ‘partneri’ Uyuşuk, depodan ‘ilaç kaldırarak yollarını bulurlarmış’. “Valla Reis Bey, bizim Uyuşuk’a da sorun isterseniz. Her gece çalışsak depoyu 5 senede boşaltamazdık. Herifler tepeleme yığmışlar. ‘Bir kaşık da biz tadalım’ dedik.” O gece ‘vaziyetin aynasız olduğunu anlayıp dikiz ederken’ olanları görmüşler. “Şimdi susup da şu filinta gibi delikanlıyı ipe mi gönderelim Reis Bey? Bizde de vicdan var. Adalete hizmetimiz dokunsun” diyorlar. “Fabrikadaki depodan iki gece üst üste ilaç kaldırdık Reis Bey. İyi para etti. O gece de işe çıktık Uyuşuk’la. Baktık karaltılar, kaynaşmalar, vaziyet aynasız. Dikizliyorduk depoyu. Önce şu abla (Oya) çıktı depodan. Biraz sonra da bu delikanlı (Nejat) atladı önümüzden. Küçük kız peşinde baktı. Sonra birden ürktü içeri doğru kaçmaya başladı.”
Nostaljik söyleyişle “O zamanın hırsızları bile ‘adam gibi adam’mış(!)”.
Sonrası kaçıp kovalamaca şeklinde. Reşat ve Bumin ‘yakayı ele verir’.
Melahat da, herhalde Nejat ve Oya kavuşsunlar diye, kendisini Haliç’in kirli sularına bırakır. Son olarak çantası ve bastonu görülüyor yüzeyde.
Film biterken “Maraş’a gitmek” konusunun ne olduğunu öğrenemiyoruz. Kahramanlarımız bu sırada öpüşmekle meşguldüler.
Melahat’ın, yalan dolanla Nejat’ı Oya’dan soğutmaya çalıştığı sahne. Kahramanımız o kıskançlık ve kızgınlıkla didişecek adam arıyor.
Bumin; “Dünyanın hiçbir yerinde bizdeki kadar bol keseden tahsil yoktur. Mesela Amerika’da parası olmayan okumaz. Okumasın Efendim, başka yapacak iş mi yok dünyada.”
Melahat; “Kabiliyeti olup da parası olmayan ne yapacak Bumin?”
Bumin; “Kabiliyeti olanın parası da vardır... Amerika’da bulaşıkçılık yapıp okuyanlar vardı. Ayıp değil Efendim!”
Nejat; “Ayıp olan insanın kendi memleketini tanımaması. Başka diyarlarda üstünkörü bellediklerini papağan gibi tekrarlamasıdır.”
Melahat; “Aman ne doğru.”
Bumin; “Ne demek istediğinizi anlamadım.”
Nejat; “Paralı olan anlayışlı da olur Bumin Bey.”
Göründüğümüzden ne kadar farklıyızdır. Melahat’ın ‘sosyal içerikli’ desteği Nejat’ı elde etmek içinmiş. Delikanlının aynı ‘sosyal içerikli’ itirazı da sırf biraz önce Oya’yı kıskanması nedeniyle.
(Yazan: Murat Çelenligil)
Oya; “Kötü bir şey mi oldu Nejat?”
Nejat; “Aksine, iyi bir şey oldu. Melahat’tan ayrılmaya karar verdim.”
Oya; “..Düşünerek mi karar verdin yoksa kızgınlıkla mı?”
Nejat; “Kızgınlıkla. Bu kadınla evlendiğimi düşündükçe daha da artıyor kızgınlığım.”
Oya; “Evlenmek kararını da böyle vermiştin herhalde.”
Nejat; “Evet onu da kızgınlıkla verdim. Kendime kızarak, bütün dünyaya kızarak. Babana, abine kızarak en çok da ‘sana’ kızarak verdim. Anlıyor musun ‘SANA’ kızarak!”
Sinemamızda 27 Mayıs soluğu.
İstanbul Tıp öğrencisi Nejat Erdilek, ‘tahsilini bırakmak üzere’. Parasızlık canına tak deyince Maraş’a dönmeye karar vermiş. Yoklama defterini bile “Lazım değil artık” diyerek imzalamıyo r. Söylediğine bakılırsa derslere gelişi ‘veda için’. Bir okul çıkışı ‘Atatürk ve Gençlik Anıtı’ yakınlarında ‘Doktor’ Hasan’la dertleşiyordu. Köylüleri O’nu bekliyormuş. Falan filan. Ama ‘bir şey engel olsa da gitmesem/gidemesem’ havasında. Gizli bir aşkla sevdiği ‘milyoner kızı’ güzel Oya’dan uzak olmak zor. Bilmez mi bunu. Zaten ilerde “Yoluma çıkıp beni bu şehirde tutacak herkesin kulu kölesi olmaya razıydım” diyecektir. (Burada filmin bir sürprizi var. 1962 Ses finalisti Gürel Ünlüsoy, elinde kitap, Rektörlük Binası önündeydi).
Hasan, Zeytinburnu’nda bir muayenehane açmış. Hastalar (Talia Salta ve Avukat Hamdi Bey de aralarında) daha çok Nejat’ın hemşerileri. İğne ve pansuman yaparak kendisine yardımcı olan kahramanımız her tarafı dökülen bir medresede kalıyor. Aynı okuldan Ahmet, Selim ve Cevat ile oda arkadaşı. Fakirlik diz boyu ancak duvarda Edgar Degas’nın “Ballet-L’etoile” pastel tablosu (1878) var. Sofralarında ise hep fasulye. Yeni ameliyatlı Emine teyze, çamaşırcı kızı Kezban ve buradakilerin tümü yoksul takımından.
‘Hekimbaşıgil’ Oya da Nejat’la aynı sınıfta ama farklı ‘sınıf’tan. ‘Anne(sinin) babası’ Saray’da hekimbaşıymış. Meslek seçimi için “Büyükbabam hekimbaşı, babam doktor, abim doktor. Ben de olsaydım” diye şakalaşıyor. Babası İrfan Bey, ayrıca, bir işadamı. ‘Fabrikaları ve ithalat şirketleri var’. [‘Can Mustafa’ (1961) filminde olduğu gibi ‘henüz ihracat dönemine geçememişiz’]. Yaşlanınca işlerin idaresini oğlu Bumin’e bırakmış. Bunun kediye ciğer emanet etmek gibi bir şey olduğunu bilemezdi tabii. Amerika hayranı delikanlı, güç bela doktor çıkmış ama dolar kaçakçılığı yapıyor. Diğer ‘marifetlerini’ sonra öğreneceğiz.
Oya, Ahmet’le bir plan yapmış. Nejat’ın gitmesine engel olacaklar. Babası, belki bir iş bulabilirmiş kahramanımıza.
‘Begin the Beguine’ (1935) (Cole Porter). Gururlu delikanlı birkaç saat sonra İstanbul’dan gidiyordu. Ancak arkadaşları ne yapıp edip Oyalardaki ziyafete katılması için ikna ederler. Aslında bu, Bumin ile Amerikalı karısı Mandy’nin evlilik kutlamasıymış.
O gece Oya’nın yengesi Melahat ile tanışırız. Kürkler içinde alımlı bir kadın. Dirseğine kadar uzanan siyah eldiven, bilezik ve küpeler. 15 yıl önce geçirdiği çocuk felci nedeniyle hafifçe aksıyor. Koltuk değneği ile daha bir azametli. Kocası Lütfullah Bey rahmetli olunca Hekimbaşıgillerin ‘şirket ve fabrikalarına ortak olmuş’.
‘Brazil (Aquarella do Brasil)’ (1939) (Ary Barroso). Daha ilk dakikalarda Nejat’ı gözüne kestirir. Ayrıca ‘filinta gibi delikanlının’ Oya’ya olan aşkını sezmiş. Hemen, ince bir taktikle yeğenini kötülemeye başlar. Gençmiş akıllıymış lakin meşhur müteahhit Sedat Bey ve desinatör Mesut ile ‘flört etmese daha iyi olurmuş’!
Canı sıkılan Nejat hırsını, Amerika aşığı Bumin’den çıkarıyor. Toplumsal içerikli diyebileceğimiz bir iki şey söyleyip oradan ayrılır.
Ertesi gün otobüsü saat 5’te kalkıyordu. Çok da kararlıydı(!) bizimki. Ancak yine gidemez. Melahat Hanım, şoförü Selim’i göndermiş yemeğe bekliyormuş. Arkadaşlarına karşı durumu kurtarmak için yalancıktan ‘olmaz’ falan diye direnir bir müddet. Biraz sonra genç kadının evindeydi. Melahat bir satranç ustası gibi. Hamleleri akıllıca. Önce ‘tahsiline yardımcı olabileceğini’ hissettirir. Sonra da şiir konusunu açar. (Bu sırada öbür odada bambaşka bir şey var. Kardeşi Reşat, çikolata karşılığında hizmetçi Aysel’i mıncıklamaya çalışıyordu). Baudelaire’i ve ‘Les Fleurs du Mal’i (1857) pek severmiş hanımefendi. Özellikle de ‘Balkon’u (Le Balcon). Fransızcasını okuyor. Nejat da Cahit Sıtkı Tarancı’nın çevirisi ile eşlik ediyor. [Bu şiir ‘Ağlayan Bir Ömür’de (1968) tekrar kullanılacaktır].
Melahat; “(Birinci kıta ikinci satır) O toi, tous mes plaisirs! O toi, tous mes devoirs!”
Nejat; “(Nedense çeviri olarak birinci kıta birinci satırı okuyor) Hatıralar annesi, sevgililer sultanı//(Sonra ikinci kıtaya geçer) O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan//Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen//Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman.”
Melahat; “Les soirs illuminés par l’ardeur du charbon.”
Nejat; “(Melahat ikinci kıta beşinci satırı okumuştu, Nejat dördüncü satırdan devam ediyor) Ne söyledikse çoğu ölmeyecek şeylerden//(İkinci kıta beşinci satır) O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan//(Dördüncü kıtanın sonuna geçiyor) Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece//(Aynı kıtanın ikinci satırına dönüyor) Seçerim (aslı ‘seçerdim’) o karanlıkta gözbebeklerini//Mest olur, mahvolurum (aslı ‘mahvolurdum’) nefesini içtikçe//(Tekrar dördüncü kıtanın sonuna dönüyor) Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece.”
Şiirde ne varsa Nejat, sonraki üç günü Melahat’ın koynunda geçirir. [Ahmet, Oya’ya “Çok misafirperver(!) yengen var, vallahi” diye takılıyor].
O zamana kadar ‘kesin’ olan Maraş’a gidiş artık ‘belli değil’e dönüşmüş!
Hasan’ın ‘sakat bir kadın, senden çok yaşlı’ diye uyarması yeterli olmaz. Sonraki sahnede evleniyorlar. ‘Dul’ kadını, ‘flört’ yapan (daha doğrusu ‘yaptığını zannettiği’) genç kıza tercih etmiş. “Sevdiğini bırak, sevmediğinle evlen.”
‘5 Numaralı Re minör Senfoni, Op. 47; I. Moderato’ (1937) (Dimitri Shostakovich). Oya nikâhın sonuna kadar duramaz. Deniz kenarında “İyi bir şey yapmadı. Tuhaf bir gururu vardır Nejat’ın” diyor Hasan. Genç kız ise hâlâ hoşgörülü. “Tahsiline devam eder, doktor olur.” Sonrasında lafı değiştiriyor; “Bak Boğaziçi ne güzel. Her şey güzel bu dünyada. Yaşamak ne güzel. Takalara bak, sandallara. Şu geçen gemiye. İskele, martılar, soğuk deniz. Yağmur yağınca da güzel.” Bu sırada gözyaşlarını silmesi için mendilini uzatıyor delikanlı.
Filmin gelişmesi üç yönlü. Medrese tamir nedeniyle boşaltıldığı için arkadaşları Hasan’ın yanına yerleşmişler. Kezban da muayenehanede ‘asistanlık’ yapıyor. İlaç isimlerini öğrenmiş. Yalnız ‘terramisin’i biraz geç kavramış. ‘Terlermisin’ gibi diyormuş.
Bumin, kendisini fabrikadaki ‘Kutu Dairesi’ne aldıracakmış. Hasan’ı da Amerika’da iş bulma vaadi ile oyalıyor.
İyi gitmeyen evlilik Nejat’ı; Köyden gelen misafirler de karısını bunaltmış. ‘Orası köylü hanı değilmiş, defolsunlar, cehenneme gitsinlermiş’. Bu çözümlenmesi zor durum kahramanımızın Oya’ya yakınlaşmasına neden oluyor. Melahat’ın söylediği ‘flört’ konuları da asılsızmış zaten. “İlk defa senden duyuyorum bu sersemce şeyleri. Ciddi söylemiş olamazlar sana bunları. Mesut, ayyaş, serserinin; Sedat, budalanın biri. Hem babam olur neredeyse. Seni işletmişler Nejatcığım” diyor genç kız.
Gittikleri lokantada delikanlıyı daha yakından tanıyoruz. Annesiz babasız büyümesi; Halası ve Yüzbaşı Kerim Bey sayesinde ortaokulu, sonra da bir işte çalışarak liseyi bitirmesi; 5 sene sağlık memurluğu ve geç kalmış tıp tahsili.
[Dışarı çıktıklarında filmin bir sürprizi daha var. Eşref Kolçak’a ait ’56 model ‘H 33 171’ plakalı siyah Citroen bir köşede uslu uslu bekliyordu].
Bu arada ilaç sektöründeki aksaklıklara; Heparin ve insülin (o zaman ‘ensülin’ deniyormuş) karaborsacılığına tanık oluyoruz. 5 liralık ilaç, eczanelerde bulunmadığı için el altından 80 lira! Şaşırtıcı ama Bumin, Reşat ve biraz da Melahat işin içinde.
Durumu anlayan Nejat, Kezban’ın yardımıyla fabrikaya gizlice giriyor. Tahmin ettiği gibi 11 numaralı depodaki ayakkabı sandıkları ağzına kadar kaçak ilaç doluydu.
Aynı gece aynı yerde Reşat, elinde çikolata, Kezban’ı kovalarken ölümüne neden olur. Ama Bekçi Nuri Taşkaya, O’nu değil duvardan atlayan Nejat’ı görmüş.
Kahramanımızın polisteki sorgusu sırasında filmin başka bir sürprizi var. Yönetmen Orhon Arıburnu, sorgulayan komiser rolünde. Kendisini değil fötr şapkalı gölgesini izliyoruz.
Nejat’ın kurtuluşu ‘insaniyet namına şahitlik etmek isteyen’ iki hırsız sayesinde olur. Gece işçileri Salih Ardıç ve ‘partneri’ Uyuşuk, depodan ‘ilaç kaldırarak yollarını bulurlarmış’. “Valla Reis Bey, bizim Uyuşuk’a da sorun isterseniz. Her gece çalışsak depoyu 5 senede boşaltamazdık. Herifler tepeleme yığmışlar. ‘Bir kaşık da biz tadalım’ dedik.” O gece ‘vaziyetin aynasız olduğunu anlayıp dikiz ederken’ olanları görmüşler. “Şimdi susup da şu filinta gibi delikanlıyı ipe mi gönderelim Reis Bey? Bizde de vicdan var. Adalete hizmetimiz dokunsun” diyorlar. “Fabrikadaki depodan iki gece üst üste ilaç kaldırdık Reis Bey. İyi para etti. O gece de işe çıktık Uyuşuk’la. Baktık karaltılar, kaynaşmalar, vaziyet aynasız. Dikizliyorduk depoyu. Önce şu abla (Oya) çıktı depodan. Biraz sonra da bu delikanlı (Nejat) atladı önümüzden. Küçük kız peşinde baktı. Sonra birden ürktü içeri doğru kaçmaya başladı.”
Nostaljik söyleyişle “O zamanın hırsızları bile ‘adam gibi adam’mış(!)”.
Sonrası kaçıp kovalamaca şeklinde. Reşat ve Bumin ‘yakayı ele verir’.
Melahat da, herhalde Nejat ve Oya kavuşsunlar diye, kendisini Haliç’in kirli sularına bırakır. Son olarak çantası ve bastonu görülüyor yüzeyde.
Film biterken “Maraş’a gitmek” konusunun ne olduğunu öğrenemiyoruz. Kahramanlarımız bu sırada öpüşmekle meşguldüler.
Melahat’ın, yalan dolanla Nejat’ı Oya’dan soğutmaya çalıştığı sahne. Kahramanımız o kıskançlık ve kızgınlıkla didişecek adam arıyor.
Bumin; “Dünyanın hiçbir yerinde bizdeki kadar bol keseden tahsil yoktur. Mesela Amerika’da parası olmayan okumaz. Okumasın Efendim, başka yapacak iş mi yok dünyada.”
Melahat; “Kabiliyeti olup da parası olmayan ne yapacak Bumin?”
Bumin; “Kabiliyeti olanın parası da vardır... Amerika’da bulaşıkçılık yapıp okuyanlar vardı. Ayıp değil Efendim!”
Nejat; “Ayıp olan insanın kendi memleketini tanımaması. Başka diyarlarda üstünkörü bellediklerini papağan gibi tekrarlamasıdır.”
Melahat; “Aman ne doğru.”
Bumin; “Ne demek istediğinizi anlamadım.”
Nejat; “Paralı olan anlayışlı da olur Bumin Bey.”
Göründüğümüzden ne kadar farklıyızdır. Melahat’ın ‘sosyal içerikli’ desteği Nejat’ı elde etmek içinmiş. Delikanlının aynı ‘sosyal içerikli’ itirazı da sırf biraz önce Oya’yı kıskanması nedeniyle.
(Yazan: Murat Çelenligil)
Kurgu
|
Metin Miroğlu (Kurgu)
|
Hikmet
Kuyucu (Kurgu)
|
|
Post-Prodüksiyon
|
İbrahim
Güzel (Laboratuar)
|
Cemil Orhon
(Laboratuar)
|
|
Ses Ekibi
|
Nihat Sevinç
(Ses Kayıt)
|
Necip
Sarıcıoğlu (Ses Kayıt)
|
|
Tasarım
|
Remzi
Türemen (Teaser Afiş Tasarımı)
|
Firmalar
|
Lale Film (Seslendirme)
|
Ören Film (Film
Hazırlık)
|
|
Kazankaya
Film (Yapım)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder