HUNP: 8,7 Follow @filmnostalgi Tweet |
Kader Böyle İstedi
Vizyon Tarihi
: 1968
Hunp : 8,7
Orijinal Dil :
Türkçe
Oyuncular :
|
İzzet Günay | Ahmet Aydın | |
|
Nilüfer Koçyiğit | Nilüfer Torlakoğlu | |
|
Önder Somer | Halit Ramazanoğlu | |
|
Aliye Rona | Hala | |
|
Turgut Boralı | Enişte | |
|
Şaziye Moral | Hanife Hanım | |
|
Muammer Gözalan | Ferit | |
|
Orhan Çoban | Kahveci Recep | |
|
Talia Saltı | Dolmuşdaki Kadın | |
|
Nermin Özses | Yolcu | |
|
Ali Demir | Davetli | |
|
Oktay Yavuz | Kafeterya Müşterisi | |
|
Hayri Esen | İzzet Günay Seslendirmesi | |
|
Rıza Tüzün | Muammer Gözalan Seslendirmesi | |
|
Jeyan Mahfi Tözüm | Nilüfer Koçyiğit Seslendirmesi | |
|
Esen Günay | Önder Somer Seslendirmesi | |
|
Erdoğan Esenboğa | Seslendirme | |
|
Osman Alyanak | Seslendirme | |
|
Hakkı Haktan | Apti | |
|
Agah Hün | Turgut Boralı Seslendirmesi | |
|
Hakkı Haktan |
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Müzik
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Süre
|
94 dk
|
Tür
|
|
Özellikler
|
Siyah Beyaz,
35 mm
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
Zengin bir iş adamının
kızı olan Nilüfer ile taksici Ahmet’in aşklarını konu edinir. Nilüfer, eğitimi
için babasına haber vermeden İstanbul’daki halasının yanına gider.
İstanbul'da genç bir taksici olan Ahmet ile tanışır. Annesiyle fakir bir
mahallede yaşayan Ahmet, zamanla Nilüfer’e âşık olur. Nilüfer de ailesinde
bulamadığı sevgi ve yakınlığı Ahmet'te bulur. Bu sırada Nilüfer’in babası,
kızını evlendirmeyi düşündüğü Ferit ile beraber İstanbul'a gelir. Nilüfer
ile Ahmet birbirlerine kavuşabilmek için mücadele verecektir. (Hüseyincan
Eryılmaz)
Diğer:
9.12.1968 pazartesi İnci, Lüks,
Feza, Şık sinemalarında gösterime girmiş.
Ayrıntılar:
“Sende buldum neşeyi//Aşkı
seninle yaşadım//Bilseydim ayrılık var//Sana hiç bağlanmazdım.” (1968) (Suat
Sayın).
Deniz kenarında içilen birer bardak çay.
Ahmet; “Bir sürü şey söylemek istiyorum. Nasıl diyeyim, hiçbirini yeter görmüyorum. Konuşmasını mı unuttum, yoksa içimi anlatacak yeterli kelime mi yok, bilemiyorum.”
Nilüfer; “Konuşacak ne var? Kelimeler neyi anlatır? Şimdi burada değil miyim, senin yanında… Hep böyle bir rüya görmek istedim. Güzel, inanılmaz. Bu rüyayı kimse bozmasın.”
“Gioconda’s Smile” albümündeki (1965) ‘Rain’ (Manos Hadjidakis). Sosyal gelişmenin ekonomik gelişmeyi aştığı 60’larda iç burkan bir sonbahar. 107 sefer sayılı pervaneli uçak genç bir kızı Yeşilköy’e getirmiş.
İç Hatlar’ın önü (Oktay Yavuz da çıkan yolcular arasında). ‘Efendiden, tertemiz yüzlü bir şoför’ oradan oraya koşturuyor; “Taksi var Beyim, Sahil Yolu’ndan. Boş taksi.” Nilüfer ne yapacağını bilmez ‘bir tereddüt’ içinde. (İsimlerini öğrenemeyeceğimiz) Hala ve Eniştesi geç kalmış. ‘Uçak saatinde yanıldılar herhalde’.
“Akşamdan sabaha kadar//Şeytandan Allaha kadar//Senden aldım sana verdim” (İbrahim Özoral). Hava Meydanı’nın ‘34 AA 841’ plakalı Magirus otobüsü de ağır ağır uzaklaşıyor. Mecburen Ahmet’in dolmuşuna biner. 40 model eski bir Plymouth.
“Menekşelendi sular, sular menekşelendi//Esmer yüzlü akşamı dinledim yine sensiz//Leylak pırıltılarla bahçeler gölgelendi//İnledi yine bülbül, olmazmış gül dikensiz.” Sadettin Kaynak’ın Nihavent eseri ile Topkapı’dan şehre giriyoruz. Delikanlının gözü aynadaki müşterisinde. İzmir’den geldiğini anlamış. “Gelen İzmir uçağıydı.” İstanbul’un acemisi olduğu da ‘her halinden belli’. “Yani, elinizde kâğıt, gideceğiniz yeri kestirememeniz. Etrafınıza bakışınız. Kusura bakmayın, o kadarını anlayalım artık.”
Genç kız, fabrikatör Ferit Torlakoğlu’nun tek çocuğu. Annesiz büyümüş. Sonradan, yine İzmir’in tanınmış ailesi Ramazanoğularından Halit ile sözlü olduğunu öğreneceğiz. Ama bu durumdan pek hoşnut değil ki üniversite bahanesiyle İstanbul’a ‘biraz kaçar gibi gelmiş’.
Hala ve Eniştenin durumları ‘çok şükür’den de iyi. Denize azcık uzak iki katlı köşk, hizmetçi, ‘34 HY 850’ plakalı ‘steyşın’. Nilüfer, kısa sürecek eğitimi boyunca yanlarında kalacaktır.
‘Morgens Um Sieben (Ist Die Welt Noch In Ordnung)’ (1968) (James Last). Edebiyat Fakültesi’ne ürkek bakışlarla gidişi bu melodi ile. İstanbul’un yağmurlu günleri. Okuldan eve dönerken, bir tesadüf, yine Ahmet’in külüstür dolmuşuna biniyor. ‘Sileceklerin arasından görürüz kendisini’. O gün Halası ile aralarındaki farkı anlıyoruz.
“Ey çeşm-i ahu mehlika//Cürmüm nedir söyle bana//Ben aşıkım billâh sana//Cürmüm nedir söyle bana.” Kurulanmış, Nikoğos Ağa’nın Acemaşiran şarkısı eşliğinde çay içiyorlar [çay takımını ‘Kahveci Güzeli’ (1968), ‘Son Mektup’ (1969), ‘Esmerin Tadı Sarışının Adı’ (1969) filmlerinden anımsıyoruz]. Dışarda Ahmet, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında patlak lastiği değiştiriyor.
Biraz olsun korunması için pardösüsünü delikanlıya verir. Bu sırada Hala “Sokaktakilerin hepsine acıyacak olsak yandık. İstanbul üç milyon kızım” diye mızırdanıyordu.
Yakınlaşmaları böyle başlıyor.
‘Ferahfeza Peşrev’ (Tamburi Cemil Bey). Ahmet, ‘anaların en kralı’ annesine temizlettiği pardösüyü geri getirir. Ütületmiş de. (“Yarın git Bitpazarı’nda bul” diyen Hala Hanım bu kez “Satamamıştır da ondan” ve “Ben olsam bir daha sırtıma geçirmem. Kimbilir nasıl temizlediler” diyecektir). Üstelik cebine, utangaç bir mektup koymayı ihmal etmemiş; “Demek istediğim şu ki arada bir size İstanbul’u gezdirsem çok iyi olur. Plaka ‘34 A (aslında ‘AH’, heyecandan eksik yazmış) 310’. Şoför Ahmet Aydın.”
Delikanlı ‘doğma büyüme İstanbullu’. “Sarıgüzel’de oturduk hep.” Babası ölünce ‘anasına bakmak için’ işe koyulmuş. “Allah versin, Yakında apartmanı dikersin” diyenlere “Bu külüstürle ağaç bile dikilmez. Taksitleri ödeyelim yeter” karşılığını veriyor. 4 ay sonra borcu bitiyormuş. Keşke o günü görebilselerdi.
‘6+6’ uzunçalarındaki (1964) ‘Aponi Zoi (Cruel Life)’ (Stavros Xarhakos). Recep’in kahvesinin önünde Apti ile çay içip arabayı yıkadıkları sahne harika.
Behçet Necatigil’in şiirinden farklı olarak ‘sevgilerini yarınlara ertelemezler’. ‘Karbüratörü tekleyen’ eski Plymouth ile İstanbul’u geziyorlar. Eli yüzü simsiyah yağlansa da arabanın tamirine yardım ediyor Nilüfer. ‘Hatıraları birikiyor yavaş yavaş. Sonunda yaşanmış bir hayat olacak’. Ama ‘zaman az’.
“Gioconda’s Smile” uzunçalarındaki (1965) ‘When The Clouds Come’ (Manos Hadjidakis). Deniz kenarında ve ‘buğdaylı, tavuk sulu’ Keşkek hakkında konuşurlarken en az Onlar kadar mutluyduk.
‘Hrisoprasino Fillo’ albümündeki (1966) ‘Troodos’ (Mikis Theodorakis). Derste delikanlıyı düşünüp defterine araba resmi çiziyor. İleriki bir gün “Onu da senin kadar… (Bir an duralayıp) Senin kadar hiçbir şeyi sevemem, hiçbir şeyi” diyecektir.
Bu günlerde beklenmedik bir şey olur. Ferit Bey ve Halit ‘apar topar’ gelmişler. Nişanı burada yapıp hemen sonrasında genç kızı İzmir’e götüreceklermiş. “Fakülteyi de unutursun artık” diyor halası.
‘Vivre Pour Vivre’deki (1967) ‘Theme de Candice’ (Francis Lai). Bu sahnelerde fazla direnemiyor. Nişan hazırlığı. Elbise seçimi için bir defile izliyorlar. Nilüfer iyice mahzunlaşmış.
Stavros Xarhakos’un ‘6+6’ albümündeki (1964) ‘Parapono (Complaint)’. Bir müddettir sevdiğini göremeyen Ahmet’in de ağzını bıçak açmıyordu. Bu efkâr havadansa çaresi kolaymış. “Bir ufak, tamam. Bir de palamut tava koydun mu yanına, efkârın binini bir paraya sat” diyor Apti.
‘6+6’ uzunçalarındaki (1964) ‘Amok’ (Stavros Xarhakos). Nişan töreni bu hareketli parça ile. Ali Demir ve Sabahat Işık da konuklar arasında. [Burada ilginç bir şey var. Nilüfer Koçyiğit, ablasının ‘siyah tül üzerine payetlerle işlenmiş, etekleri volanlı Dior kreasyonu’ elbisesini giymiş. ‘Damgalı Kadın’ (1966), ‘Ölmek mi Yaşamak mı’ (1966), ‘Yağmur Çiselerken’ (1967), ‘Sürtük’ (1970) filmlerinde Hülya Koçyiğit’in üzerindeydi.] Nişanlanmanın ne anlama geldiğini Hala’nın Halit’e söylediklerinden anlıyoruz; “Artık O bizden çıktı sayılır, oğlum.”
‘Erotiko Tou Tsakou’ (1967) albümündeki “Bullets Don’t Come Back” (Mimis Pleasas). Ahmet, Beyazıt’taki fakültenin önünü mekân tutmuş. Gazete okurken uyukluyor. Günlerdir genç kızı beklemekte.
‘Batman Theme & 11 Hefti Bat Songs’ albümündeki (1966) ‘Just a Simple Millionaire’ (Neal Hefti). Okul kafeteryasında karşılaşırlar. (Havaalanındaki Oktay Yavuz şimdi burada). Arabadalar ama bu kez ikisi de sessiz. İstanbul’sa, hep olduğu gibi, yağmurlu. ‘Rahmet’ dermiş Ferit Bey. ‘Acı verse de Rahmet’.
“Bir gül ki derilmeyen//Bir şey ki bilinmeyen//Bir sır ki verilmeyen//Senden aldım sana verdim.” (İbrahim Özoral). Yine arızalanan karbüratörümüzün tamiri sırasında ‘nişan yüzüğü’nü görür delikanlı. Derin bir sessizlik.
Durumu fark eden aile, biraz da baskı ile genç kızı İzmir’e götürmek istiyor. Havaalanından kaçarak Ahmet’in yanına sığınır. “Düşündüm ki İstanbul’da daha gezilecek çok yer var.”
“Gioconda’s Smile” (1965) uzunçalarındaki ‘The Assasins’ (Manos Hadjidakis). “Evine hoş geldin” diyor Hanife Hanım. Nilüfer’in ‘yeni evi’. “Evimiz.” O güne kadar aşçıların pişirdiğini yemişti hep. Helme haline getirdiği buğday ile tavuk etini iyice karıştırarak Keşkek yapmasını öğrenir. Yaşayacağı hayattan korkmadığını söylüyor. Yeter ki bu güzel, inanılmaz rüyayı kimse bozmasın. Ahmet’in hayatında iki kişi var şimdi. “İkiniz de birsiniz benim için. Her şeyim. Varım yoğum, nefes alışım.”
Evlilik öncesi aynı evde bulunmaları mahallede yanlış yorumlanmasın diye arabada sabahlıyor.
Ama asıl sıkıntı bundan sonra başlar. Halit durumu bir onur sorunu yapmış. “...‘Ramazanoğlu İstanbul’a kız almaya gitti, eli boş döndü’ dedirtmem kimselere ben” deyip duruyor.
İzmir’den adamları Mustafa, Niyazi ve Çavuş’u çağırmış. Genç kızı arıyorlar. Amacı iyice benzetip, haddini bildirmekti Ahmet’e. Delikanlıyı, üç adamı ile gerçekten ‘benzetip’ (30 yumruk) nişanlısını eve getirirler.
Olayların sonraki gelişimi farklı. O güne dek nişan ve okul gibi baskılara ses çıkarmayan Nilüfer artık bambaşka biri olmuş. İzmir’e götürülmesine var gücü ile karşı çıkıyor; “Gitmeyeceğim. Bir yere gitmem. İlle götüreceğim derseniz ölümü götürürsünüz. Zaten götüreceğiniz yer bir mezarlıktan farksız… Çocukluğumdan beri duyduğum sözleri yeniden dinleyeceğim. İş-para, iş-senet, iş-pamuk, iş-faiz, iş-haciz. Başka bir şey duymadım evde.”
En büyük desteği Enişte’den görür. “Yani o ite mi varsın” diyen Hala’yı tersliyor: “Niye it olacakmış… Bizim neyimiz var fazladan. Tüccarız sözde. Ali’nin külahını Veli’ye. Yaptığımız bu… Haklı kız. Vallahi de haklı.”
‘Hrisoprasino Fillo’ (1966) 33’lüğündeki ‘Arodafnousa’ (Mikis Theodorakis). Gözyaşları içindeki Nilüfer’e “Kızım, çok mu bedbahtsın” diyordu tüm sevgisi ile.
‘Lola’ (1964) ‘soundtrack’ındaki ‘To Tragoudi Tis Perasmenis Meras’ (Stavros Xarhakos). Ahmet de önemli kararlar almış. Kahvede Apti ile konuşuyor: “(Bir miktar para vererek) Bunları anama verirsin. ‘Bir iş çıkmış 1-2 güne kadar dönecekmiş. Ellerinden öptü’ dersin… Eve eli boş dönmek istemiyorum o kadar. ‘Nilüfer nerde’ derse başımı eğip susmak istemem.” (Filmdeki ‘kötü adam’ın da ‘iyi adam’ın da dertleri aynı. ‘Evlerine eli boş dönmek istemiyorlar’).
Ailesi İzmir’e götürecekti. Havaalanına gideceklerken Ahmet kaçırır genç kızı.
‘Major Dundee’deki (1965) ‘The Escape (Lt. Graham-Artillery)’. Halit’in kurşunu ile ağır yaralanır. Beklenmedik bir anda bitivermesinden korkuyordu her şeyin. Öyle de olur. ‘Artık rüya bitti’. Birbirlerine ‘ömür boyu yolculuk’ için söz vermişlerdi. Mutlulukları kısa da sürse razıydılar. Eriştikleri kadarı ile yetiniyorlar.
Umarsız kalınca, denize bakan dik bir yamaçtan, çok sevdikleri Plymouth ile dönüşsüz yolculuğa çıkarlar.
Kulaklarımızda Nilüfer’in sesi “Ben, alınıp verilecek bir mal değilim.”
Bir de Belkıs Özener’in söylediği şarkı (1968) (Suat Sayın); “Bu sana son mektubum//Ayrılmaya mecburum//Ne olur anla beni//Bu aşktan korkuyorum//**//Artık başka çare yok//Senden bana fayda yok//Ne olur anla beni//Aşkımızın sonu yok.”
‘Ferahfeza Peşrev’ (Tamburi Cemil Bey). Yağmurlu bir işgünü sonrası. Çay içerek yorgunluk çıkarıyor. Anacığı, kirlenen pardösüyü temizleyip ütülemiş. Biraz sonra topuk tahtası ve iğne-iplikle oğlunun çoraplarını onaracak.
Hanife Hanım; “Alıp götürdü sanmasınlar.”
Ahmet; “Yok canım, ne işime yarar benim.”
Hanife; “Ee, bilinmez oğlum! Âlemin ağzı torba değil. Herkesin malı kendine kıymetli.”
Ahmet; “Öyle bir insan benzemiyor. Kibar kız. Hem de güzel. Edebiyat Fakültesi’ne gidiyormuş.”
Hanife; “Okuyor demek? Sen de okuyabilirdin ya, rahmetli baban.”
Ahmet; “Boş ver! Böyle iyiyiz işte. Kimseye muhtaç değiliz.”
Keşke ülke olarak da Onlar gibi olsaydık. O yıllar dış borcumuz 2 milyon dolarmış.
(Yazan: Murat Çelenligil)
Deniz kenarında içilen birer bardak çay.
Ahmet; “Bir sürü şey söylemek istiyorum. Nasıl diyeyim, hiçbirini yeter görmüyorum. Konuşmasını mı unuttum, yoksa içimi anlatacak yeterli kelime mi yok, bilemiyorum.”
Nilüfer; “Konuşacak ne var? Kelimeler neyi anlatır? Şimdi burada değil miyim, senin yanında… Hep böyle bir rüya görmek istedim. Güzel, inanılmaz. Bu rüyayı kimse bozmasın.”
“Gioconda’s Smile” albümündeki (1965) ‘Rain’ (Manos Hadjidakis). Sosyal gelişmenin ekonomik gelişmeyi aştığı 60’larda iç burkan bir sonbahar. 107 sefer sayılı pervaneli uçak genç bir kızı Yeşilköy’e getirmiş.
İç Hatlar’ın önü (Oktay Yavuz da çıkan yolcular arasında). ‘Efendiden, tertemiz yüzlü bir şoför’ oradan oraya koşturuyor; “Taksi var Beyim, Sahil Yolu’ndan. Boş taksi.” Nilüfer ne yapacağını bilmez ‘bir tereddüt’ içinde. (İsimlerini öğrenemeyeceğimiz) Hala ve Eniştesi geç kalmış. ‘Uçak saatinde yanıldılar herhalde’.
“Akşamdan sabaha kadar//Şeytandan Allaha kadar//Senden aldım sana verdim” (İbrahim Özoral). Hava Meydanı’nın ‘34 AA 841’ plakalı Magirus otobüsü de ağır ağır uzaklaşıyor. Mecburen Ahmet’in dolmuşuna biner. 40 model eski bir Plymouth.
“Menekşelendi sular, sular menekşelendi//Esmer yüzlü akşamı dinledim yine sensiz//Leylak pırıltılarla bahçeler gölgelendi//İnledi yine bülbül, olmazmış gül dikensiz.” Sadettin Kaynak’ın Nihavent eseri ile Topkapı’dan şehre giriyoruz. Delikanlının gözü aynadaki müşterisinde. İzmir’den geldiğini anlamış. “Gelen İzmir uçağıydı.” İstanbul’un acemisi olduğu da ‘her halinden belli’. “Yani, elinizde kâğıt, gideceğiniz yeri kestirememeniz. Etrafınıza bakışınız. Kusura bakmayın, o kadarını anlayalım artık.”
Genç kız, fabrikatör Ferit Torlakoğlu’nun tek çocuğu. Annesiz büyümüş. Sonradan, yine İzmir’in tanınmış ailesi Ramazanoğularından Halit ile sözlü olduğunu öğreneceğiz. Ama bu durumdan pek hoşnut değil ki üniversite bahanesiyle İstanbul’a ‘biraz kaçar gibi gelmiş’.
Hala ve Eniştenin durumları ‘çok şükür’den de iyi. Denize azcık uzak iki katlı köşk, hizmetçi, ‘34 HY 850’ plakalı ‘steyşın’. Nilüfer, kısa sürecek eğitimi boyunca yanlarında kalacaktır.
‘Morgens Um Sieben (Ist Die Welt Noch In Ordnung)’ (1968) (James Last). Edebiyat Fakültesi’ne ürkek bakışlarla gidişi bu melodi ile. İstanbul’un yağmurlu günleri. Okuldan eve dönerken, bir tesadüf, yine Ahmet’in külüstür dolmuşuna biniyor. ‘Sileceklerin arasından görürüz kendisini’. O gün Halası ile aralarındaki farkı anlıyoruz.
“Ey çeşm-i ahu mehlika//Cürmüm nedir söyle bana//Ben aşıkım billâh sana//Cürmüm nedir söyle bana.” Kurulanmış, Nikoğos Ağa’nın Acemaşiran şarkısı eşliğinde çay içiyorlar [çay takımını ‘Kahveci Güzeli’ (1968), ‘Son Mektup’ (1969), ‘Esmerin Tadı Sarışının Adı’ (1969) filmlerinden anımsıyoruz]. Dışarda Ahmet, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında patlak lastiği değiştiriyor.
Biraz olsun korunması için pardösüsünü delikanlıya verir. Bu sırada Hala “Sokaktakilerin hepsine acıyacak olsak yandık. İstanbul üç milyon kızım” diye mızırdanıyordu.
Yakınlaşmaları böyle başlıyor.
‘Ferahfeza Peşrev’ (Tamburi Cemil Bey). Ahmet, ‘anaların en kralı’ annesine temizlettiği pardösüyü geri getirir. Ütületmiş de. (“Yarın git Bitpazarı’nda bul” diyen Hala Hanım bu kez “Satamamıştır da ondan” ve “Ben olsam bir daha sırtıma geçirmem. Kimbilir nasıl temizlediler” diyecektir). Üstelik cebine, utangaç bir mektup koymayı ihmal etmemiş; “Demek istediğim şu ki arada bir size İstanbul’u gezdirsem çok iyi olur. Plaka ‘34 A (aslında ‘AH’, heyecandan eksik yazmış) 310’. Şoför Ahmet Aydın.”
Delikanlı ‘doğma büyüme İstanbullu’. “Sarıgüzel’de oturduk hep.” Babası ölünce ‘anasına bakmak için’ işe koyulmuş. “Allah versin, Yakında apartmanı dikersin” diyenlere “Bu külüstürle ağaç bile dikilmez. Taksitleri ödeyelim yeter” karşılığını veriyor. 4 ay sonra borcu bitiyormuş. Keşke o günü görebilselerdi.
‘6+6’ uzunçalarındaki (1964) ‘Aponi Zoi (Cruel Life)’ (Stavros Xarhakos). Recep’in kahvesinin önünde Apti ile çay içip arabayı yıkadıkları sahne harika.
Behçet Necatigil’in şiirinden farklı olarak ‘sevgilerini yarınlara ertelemezler’. ‘Karbüratörü tekleyen’ eski Plymouth ile İstanbul’u geziyorlar. Eli yüzü simsiyah yağlansa da arabanın tamirine yardım ediyor Nilüfer. ‘Hatıraları birikiyor yavaş yavaş. Sonunda yaşanmış bir hayat olacak’. Ama ‘zaman az’.
“Gioconda’s Smile” uzunçalarındaki (1965) ‘When The Clouds Come’ (Manos Hadjidakis). Deniz kenarında ve ‘buğdaylı, tavuk sulu’ Keşkek hakkında konuşurlarken en az Onlar kadar mutluyduk.
‘Hrisoprasino Fillo’ albümündeki (1966) ‘Troodos’ (Mikis Theodorakis). Derste delikanlıyı düşünüp defterine araba resmi çiziyor. İleriki bir gün “Onu da senin kadar… (Bir an duralayıp) Senin kadar hiçbir şeyi sevemem, hiçbir şeyi” diyecektir.
Bu günlerde beklenmedik bir şey olur. Ferit Bey ve Halit ‘apar topar’ gelmişler. Nişanı burada yapıp hemen sonrasında genç kızı İzmir’e götüreceklermiş. “Fakülteyi de unutursun artık” diyor halası.
‘Vivre Pour Vivre’deki (1967) ‘Theme de Candice’ (Francis Lai). Bu sahnelerde fazla direnemiyor. Nişan hazırlığı. Elbise seçimi için bir defile izliyorlar. Nilüfer iyice mahzunlaşmış.
Stavros Xarhakos’un ‘6+6’ albümündeki (1964) ‘Parapono (Complaint)’. Bir müddettir sevdiğini göremeyen Ahmet’in de ağzını bıçak açmıyordu. Bu efkâr havadansa çaresi kolaymış. “Bir ufak, tamam. Bir de palamut tava koydun mu yanına, efkârın binini bir paraya sat” diyor Apti.
‘6+6’ uzunçalarındaki (1964) ‘Amok’ (Stavros Xarhakos). Nişan töreni bu hareketli parça ile. Ali Demir ve Sabahat Işık da konuklar arasında. [Burada ilginç bir şey var. Nilüfer Koçyiğit, ablasının ‘siyah tül üzerine payetlerle işlenmiş, etekleri volanlı Dior kreasyonu’ elbisesini giymiş. ‘Damgalı Kadın’ (1966), ‘Ölmek mi Yaşamak mı’ (1966), ‘Yağmur Çiselerken’ (1967), ‘Sürtük’ (1970) filmlerinde Hülya Koçyiğit’in üzerindeydi.] Nişanlanmanın ne anlama geldiğini Hala’nın Halit’e söylediklerinden anlıyoruz; “Artık O bizden çıktı sayılır, oğlum.”
‘Erotiko Tou Tsakou’ (1967) albümündeki “Bullets Don’t Come Back” (Mimis Pleasas). Ahmet, Beyazıt’taki fakültenin önünü mekân tutmuş. Gazete okurken uyukluyor. Günlerdir genç kızı beklemekte.
‘Batman Theme & 11 Hefti Bat Songs’ albümündeki (1966) ‘Just a Simple Millionaire’ (Neal Hefti). Okul kafeteryasında karşılaşırlar. (Havaalanındaki Oktay Yavuz şimdi burada). Arabadalar ama bu kez ikisi de sessiz. İstanbul’sa, hep olduğu gibi, yağmurlu. ‘Rahmet’ dermiş Ferit Bey. ‘Acı verse de Rahmet’.
“Bir gül ki derilmeyen//Bir şey ki bilinmeyen//Bir sır ki verilmeyen//Senden aldım sana verdim.” (İbrahim Özoral). Yine arızalanan karbüratörümüzün tamiri sırasında ‘nişan yüzüğü’nü görür delikanlı. Derin bir sessizlik.
Durumu fark eden aile, biraz da baskı ile genç kızı İzmir’e götürmek istiyor. Havaalanından kaçarak Ahmet’in yanına sığınır. “Düşündüm ki İstanbul’da daha gezilecek çok yer var.”
“Gioconda’s Smile” (1965) uzunçalarındaki ‘The Assasins’ (Manos Hadjidakis). “Evine hoş geldin” diyor Hanife Hanım. Nilüfer’in ‘yeni evi’. “Evimiz.” O güne kadar aşçıların pişirdiğini yemişti hep. Helme haline getirdiği buğday ile tavuk etini iyice karıştırarak Keşkek yapmasını öğrenir. Yaşayacağı hayattan korkmadığını söylüyor. Yeter ki bu güzel, inanılmaz rüyayı kimse bozmasın. Ahmet’in hayatında iki kişi var şimdi. “İkiniz de birsiniz benim için. Her şeyim. Varım yoğum, nefes alışım.”
Evlilik öncesi aynı evde bulunmaları mahallede yanlış yorumlanmasın diye arabada sabahlıyor.
Ama asıl sıkıntı bundan sonra başlar. Halit durumu bir onur sorunu yapmış. “...‘Ramazanoğlu İstanbul’a kız almaya gitti, eli boş döndü’ dedirtmem kimselere ben” deyip duruyor.
İzmir’den adamları Mustafa, Niyazi ve Çavuş’u çağırmış. Genç kızı arıyorlar. Amacı iyice benzetip, haddini bildirmekti Ahmet’e. Delikanlıyı, üç adamı ile gerçekten ‘benzetip’ (30 yumruk) nişanlısını eve getirirler.
Olayların sonraki gelişimi farklı. O güne dek nişan ve okul gibi baskılara ses çıkarmayan Nilüfer artık bambaşka biri olmuş. İzmir’e götürülmesine var gücü ile karşı çıkıyor; “Gitmeyeceğim. Bir yere gitmem. İlle götüreceğim derseniz ölümü götürürsünüz. Zaten götüreceğiniz yer bir mezarlıktan farksız… Çocukluğumdan beri duyduğum sözleri yeniden dinleyeceğim. İş-para, iş-senet, iş-pamuk, iş-faiz, iş-haciz. Başka bir şey duymadım evde.”
En büyük desteği Enişte’den görür. “Yani o ite mi varsın” diyen Hala’yı tersliyor: “Niye it olacakmış… Bizim neyimiz var fazladan. Tüccarız sözde. Ali’nin külahını Veli’ye. Yaptığımız bu… Haklı kız. Vallahi de haklı.”
‘Hrisoprasino Fillo’ (1966) 33’lüğündeki ‘Arodafnousa’ (Mikis Theodorakis). Gözyaşları içindeki Nilüfer’e “Kızım, çok mu bedbahtsın” diyordu tüm sevgisi ile.
‘Lola’ (1964) ‘soundtrack’ındaki ‘To Tragoudi Tis Perasmenis Meras’ (Stavros Xarhakos). Ahmet de önemli kararlar almış. Kahvede Apti ile konuşuyor: “(Bir miktar para vererek) Bunları anama verirsin. ‘Bir iş çıkmış 1-2 güne kadar dönecekmiş. Ellerinden öptü’ dersin… Eve eli boş dönmek istemiyorum o kadar. ‘Nilüfer nerde’ derse başımı eğip susmak istemem.” (Filmdeki ‘kötü adam’ın da ‘iyi adam’ın da dertleri aynı. ‘Evlerine eli boş dönmek istemiyorlar’).
Ailesi İzmir’e götürecekti. Havaalanına gideceklerken Ahmet kaçırır genç kızı.
‘Major Dundee’deki (1965) ‘The Escape (Lt. Graham-Artillery)’. Halit’in kurşunu ile ağır yaralanır. Beklenmedik bir anda bitivermesinden korkuyordu her şeyin. Öyle de olur. ‘Artık rüya bitti’. Birbirlerine ‘ömür boyu yolculuk’ için söz vermişlerdi. Mutlulukları kısa da sürse razıydılar. Eriştikleri kadarı ile yetiniyorlar.
Umarsız kalınca, denize bakan dik bir yamaçtan, çok sevdikleri Plymouth ile dönüşsüz yolculuğa çıkarlar.
Kulaklarımızda Nilüfer’in sesi “Ben, alınıp verilecek bir mal değilim.”
Bir de Belkıs Özener’in söylediği şarkı (1968) (Suat Sayın); “Bu sana son mektubum//Ayrılmaya mecburum//Ne olur anla beni//Bu aşktan korkuyorum//**//Artık başka çare yok//Senden bana fayda yok//Ne olur anla beni//Aşkımızın sonu yok.”
‘Ferahfeza Peşrev’ (Tamburi Cemil Bey). Yağmurlu bir işgünü sonrası. Çay içerek yorgunluk çıkarıyor. Anacığı, kirlenen pardösüyü temizleyip ütülemiş. Biraz sonra topuk tahtası ve iğne-iplikle oğlunun çoraplarını onaracak.
Hanife Hanım; “Alıp götürdü sanmasınlar.”
Ahmet; “Yok canım, ne işime yarar benim.”
Hanife; “Ee, bilinmez oğlum! Âlemin ağzı torba değil. Herkesin malı kendine kıymetli.”
Ahmet; “Öyle bir insan benzemiyor. Kibar kız. Hem de güzel. Edebiyat Fakültesi’ne gidiyormuş.”
Hanife; “Okuyor demek? Sen de okuyabilirdin ya, rahmetli baban.”
Ahmet; “Boş ver! Böyle iyiyiz işte. Kimseye muhtaç değiliz.”
Keşke ülke olarak da Onlar gibi olsaydık. O yıllar dış borcumuz 2 milyon dolarmış.
(Yazan: Murat Çelenligil)
Müzik ekibi
|
Belkıs Özener (Şarkılar)
|
Suat Sayın
(Beste)
|
|
Sadettin
Kaynak (Beste)
|
|
Tasarım
|
Kemal
Börçetin (Afiş)
|
Firmalar
|
Şeref Film
(Yapım)
|
Mimeray (Afiş
Baskı)
|
|
Mimeray (Lobi
Kart Baskı)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder