HUNP: 8,2 Follow @filmnostalgi Tweet |
Duvarların Ötesi
Vizyon Tarihi
: 1964
Hunp : 8,2
Orijinal Dil :
Türkçe
Oyuncular :
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Müzik
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Eser
|
|
Süre
|
90 dk.
|
Tür
|
|
Özellikler
|
Siyah
Beyaz, 35 mm
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
Hapishaneden kaçan yedi
mahkûmun hikâyesi anlatılır. Eroin kaçakçılığı yapan Dede hapse atılır.
Yakalanmadan önce yaptığı son işin parasını bir yere gömmüştür. Bu yüzden
patronu onu hapisten kaçırmak ister. Patronunun yardımıyla Dede, yedi arkadaşı
ile beraber firar eder. Polislerden kaçarken bir depoya sığınırlar. Yanlarına
da yolda gördükleri bir kadını rehin alırlar. Kısa süre içerisinde etrafları
sarılır. Mahkûmlarla polis arasında bir mücadele başlayacaktır. (Meltem İşler
Sevindi)
Ayrıntılar:
‘The Planets, Op. 32: I.
Mars, the Bringer of War’ (1916) (Gustav Holst).
‘Tiyatoracı’ Gün ve hapishane firarisi ‘Mektepli’ Erdoğan. Mekân ise (İpsiz’in deyişi ile) ‘Güpçüoğlu’nun zeytinyağı deposu.
Mektepli; “Herkes bir iş tutmuş bu dünyada. Katil de lazım. Bu da bizim kısmetimize düştü. Seni buraya getirdik diye bizden teker teker hesap soracaklar. Ama bizi buraya getirenlerden kimse hesap sormadı.”
Gün; “Kim sizin için hesap versin?”
Mektepli; “Babaç neden Ramazan’ı öldürdü? Eroini Dede mi icat etti? Çalmayı Mahmut mu? Kemal’in annesi sevmiyor muydu oğlunu? Neden 14 yaşında eline silahı verdi?”
Aynı isimli üç perdelik tiyatro eserinin (1957/58) (Turgut Özakman) siyah beyaz Yeşilçam uyarlaması.
60’larda sakin, sessiz Yalova. Öncekilere benzeyen bir gün başlamış. Ama sonraki 3 g ün çok farklı olacaktır. Herkes kendi havasında şimdilik.
Küpçüoğlu, kaynının düğününü bile unutmuş. Resul ile ‘zeytinyağı pazarlığı’nda. ‘65 olsun’-‘olmaz 66’ didişmesi içindeler. Bir ara “Sen, Hamdi Bey’e uyma Resul” diyor. ‘65’ ve ‘66’ nedir (‘365’ ve ‘366’nın kısaltılmasıymış), Hamdi kimdir, bunları öğrenemeyeceğiz. Kıyısından köşesinden anladığımız kadarıyla Resul üretici, Küpçüoğlu aracı, Hamdi Bey de belki sendikacı. Ancak filmde bir önemi, senaryoya bir katkısı yok bu konunun. Zaten biraz sonraki olaylar nedeniyle bu “65’e bağlama” debelenmesi unutulup gidecektir.
Kasabanın ayaklı gazetesi İpsiz de çayevini açmış, elinde tepsi, esnafa çay veriyor.
[Damat tıraşı olan Ali Osman’ın berberden çıktığı sahnede bir sürpriz var. Dükkânın hemen yanında, ‘Duvarların Ötesi’ndeki Osman Türkoğlu ve Mümtaz Ener’in de rol aldığı ‘Maceralar Kralı’ (1963) filminin afişi asılı].
Eczacı Rahmi Targan, kızı ‘Tiyatrocu’ Gün’ü evlendiriyormuş o hafta. (Görevi söylenmeyen) Damat Sezai’nin iznini 15 gün uzattırmış. “Sağ olsunlar kırmadılar beni.” Jandarma Kumandanı-Osman Türkoğlu da “Siz ne istersiniz de yaptıramazsınız” diye pohpohlamaktaydı Rahmi Bey’i. Ne üzerine vazifeyse “Gül Hanım evlenince tiyatroyu bırakacak mı” diye soruyor bir de. “Kendi bilecekleri iş” yanıtını alır. (Aslında bu konuşma sırf seyirciyi bilgilendirmek için). Cuma’ya nikâhları olursa 10 gün de balayına kalırmış. Keşke her şey planladıkları gibi olsaydı.
Aynı sabah Burhaniye Hapishane’sinden ‘firar eden’ 7 mahkûmdan altısı ilçedeki zeytinyağı deposuna sığınıyor. ‘Taşduvar’, Jandarma ile çatışmada ölmüş. Bu sırada nişanlısı ile dolaşmaya çıkan Gün’ü de kaçırıp beraberlerinde getirmişler.
‘Babaç’; Otlak yüzünden Potur Ramazanı vurduğu için ‘müebbede mahkûm’. Usturaya vurulmuş kafası ‘pırıl pırıl parlıyor’. Sanki cilalı. Öfkesi burnunda ve sözünü dinleten biri. Elinde tüfek veya iri taşlı bir tespih. Pala bıyık ve muskalı.
‘Ayı Mahmut’; Hırsız. Müebbet cezası almış. Hırsız. Asıl adı Manuk Kabaracıyan. Balık ızgaraya bayılıyor. “Denizden babam çıksa yerim. Ah! Denizde ölsem.”
‘Dede’; Eroinci. Mahkemede ‘müebbeti yapıştırmışlar sırtına’. Eskiden dolmuş şoförlüğü yaparmış İstanbul’da. “Kimseyi yarı yolda ekmem.”
‘Kemal’; En gençleri. Kan davası nedeniyle, 14 yaşındayken iki kişiyi camide öldürmüş. Eline silahı tutuşturup zorlayan da annesi. 15 yıl vermişler.
‘Mektepli’; Adı Erdoğan. Filmde üç kez söyleniyor. Bir araba çalmış bir de ‘leşi var’. İdamlık. Gün’ü tiyatroda seyretmiş. Bir gösteri sonrası çok istemesine karşın konuşmaya cesaret edememiş.
‘Sadık Özbahadır’; Lakabı ‘Halıcı’. Aralarında ‘en pisleri bu herif’. Karısını, yatakta aşığı ile yakalayınca, 11 yerinden bıçaklayıp öldürmüş (aşığa ne olduğu belli değil). Bu anlatabildiği. Anlatamadıklarını Mektepli’den ve Jandarma Kumandanı’ndan öğreniyoruz. ‘6 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz etmiş. Sonra da parçalayıp gömmüş’. İdam cezası ‘temyizde tasdik edilecektir’.
Aslında kaçışlarını sağlayan bir eroin çetesi. Amaçları Dede’yi kurtarmak. Bunu da kara kaşı kara gözü için yapmıyorlar tabii. Son sevkiyatta çeteye ve patronu Atıf Kaptan’a kazık atmış. Sattığı malın yüklü miktardaki parasını (7 milyon) bir yere gömmüş. Yakalanınca da çeteye “Beni kurtarmazsanız paranın yerini söylemem” diye dayatmış.
Firardan sonra ‘buldukları araba, içindeki silah ve dürbün’ hep çetenin marifeti.
Bergama Harabeleri üzerinden Şeytan Kayası’na oradan da motorla “Ver elini Adalar”. Plan böyleydi. Ama vardıkları yer bu zeytinyağı deposu. Önü meydan, arkası deniz, 4 (tiyatro eserinde 2) katlı bir yapı. Kale gibi sağlam.
İlk günleri rahat geçer. Dışarı sarkıttıkları sepetle lüfer ızgara, portakal, elma, sigara istiyorlar. İlginç bir şekilde ‘çatal, bıçak istekleri hapishane talimatınca yasaktır’ diye yerine getirilmezken koca bir şişe şarap sakıncalı görülmemiş. Kasabadaki ‘nüfuzlu birinin’ kızı esir. Kaymakamlıktaki toplantıda şarap gönderilmesine itiraz eden yok.
Halıcı, yıllardır kadın yüzüne hasretmiş. “12 sene bu. Şeklini unuttuk be” diye ‘sulanıyor’. Nerdeyse saldıracak. Mektepli itirazı üzerine “Ne olur yani, biz de can taşıyoruz” ve en ürperticisi gelir; “Hem Onlar (yani sinema ve tiyatrocu bayanlar) aldırmaz ki.”
O gece yemekten sonra yapamadığını herkes yattıktan sonra yapmaya kalkar. Ayı Mahmut’un yardımı ile genç kızı alt kata götürüyor. Neyse ki yine Mektepli zamanında yetişir.
Bu arada ilçe, olayın heyecanı içinde. ‘Bu iş İpsiz’e yaramış’. Orada toplananlara bardak bardak çay yetiştirme telaşında; “Allah bin bereket versin. (Depoyu göstererek) Yukarıdakilere de yürek versin ki dayansınlar.” Olay sürsün, kasa dolsun. Sinemacıya takılmadan edemez; “Kapat senin sinemayı. (Yine depoyu göstererek) Bundan iyi sinema mı olur.”
İmam da orada. ‘Zararın neresinden dönülse faide olduğunu, kaderlerine rıza göstermelerini, neticesi hüsran olacak bir işte beyhude ısrar etmemelerini’ öğütlüyor.
Güpçüoğlu ‘zeytinyağı’ derdinde. Jandarma Kumandanı’ndan ‘gaz bombası atmasını’ istiyor. ‘Mallarını kurtarmak için’ çeteden Rıdvan-Fikret Uçak ile işbirliği bile yapacaktır.
Pısırık Sezai ise nişanlısını değil ama durumunu kurtarma telaşında; “Gün’e bir kötülük gelmeyeceğini bilsem tutamazlar beni burada.” Esmese bile gürlüyor. Ertesi gün, inanılır gibi değil, yemek sepeti ile çiçek gönderir; “Gün, Yavrum! Bu kötü şartlar altında sabırdan başka elden bir şey gelmiyor.” Yapacağı şey ‘sabretmekmiş’. Sonrası daha da inanılmaz! Babaç “Yanımızdaki bir kadına nasıl laf atar. Biz neyiz ulan” diyerek çiçeği pencereden geri atıyor. Delikanlının tepkisi sadece “Hayvanlar” diye söylenmek.
Ertesi gün Babaç’ın annesi, karısı ve çocuğunu getirmiş yalvartıyorlar. “Teslim ol. Vururlar seni. Kurşunlarlar.” Pek etkili olmaz bu yöntem. “Benim kafasız anam! Avratı, çocuğu toplamış… Vururlarsa vursunlar. Hapiste mi geberelim.”
Gazeteler de ‘olanları dillerine dolamış bir resim, bir röportaj için yırtınıyorlar’.
Depodaki ilk gün “Cennet gibi burası” demişlerdi ama kaçınılmaz olan daha ikinci gün gerçekleşiyor. Firariler arasında çekişme başlar.
Dede eroin krizleri içinde. Hapiste rahatlıkla bulabildiği(!) ‘beyaz’ burada yok.
Halıcı, idamın kesinleştiğinden habersiz, yiyecek sepeti ile mektup gönderiyor; “Çok muhterem büyüklerim, şeytana uyup da karıştığım bu işten son derece pişmanlık duymaktayım. Namussuzum ki gönüllü değildim.” ‘Büyükleri’ ne emir buyururlarsa canla başla yapmaya hazırmış. Yeter ki yapacağı vazife takdir edilsin. ‘Cevabın top köfte içinde gönderilmesini rica ediyor’. Yazdıklarının bitişi; “Küçükten kusur, büyükten af. Ellerinizden öperim.” Sanki o suçları işleyen başka biri. Böylesine nazik. Arkadaşları durumu anlayınca hemen orada mahkeme kurulur. Cezası 4. kattan atılmak.
Kemal, Gün ile Mektepli’nin yakınlaşmasını kıskanmış. Kavga dövüş sırasında yanlışlıkla Ayı Mahmut’u öldürür. Korkuyla kaçarken jandarma kurşunuyla can veriyor.
Çaresiz kalan Babaç, Mektepli ve Dede teslim oluyorlar.
Gün, depoda karşılaştığı Erdoğan’dan sonra, Ankara’ya gidecekmiş. Babasından, kardeşinden ve nişanlısından daha önemli olduğunu söylediği Tiyatroya.
Kitap (Birinci basım Ağustos 1965) (Bilgi Yayınevi) oldukça farklı. Hiç isim yok. Olaylar kaçak 4 mahkûm, genç kız ve doktor arasında geçiyor.
1. mahkûm ‘Reis’; Kaba saba, mert bazen aşırı merhametli biri. Yüzünün sağ tarafında bir tik var. Birkaç kişiyi ‘temizlemiş (sf. 31)’. Kumarbaz babası ve ‘ev sahibinin oğluyla kırıştıran’ anası nedeniyle evden kaçmış. Kürtaj masasında kalan karısı da işin tuzu biberi.
2. mahkûm ‘Çakal’; Tek kollu. İçerdeki dört senede ‘dişi sinek bile görmemiş’. Şimdi ‘idamlık’. Babası ‘kadın pazarlayan biriymiş’.
3. mahkûm ‘Bacaksız’; En gençleri. Kan davasında babasını ve abisini öldürmüşler. O da iki kişiyi temizlemiş. “Kendi ismimden önce geberteceğim insanların ismini belledim” diyor. Ağız mızıkası var. İdamlık.
4. mahkûm ‘İhtiyar’; En yaşlıları. Bir kavgada başına gelen darbe konuşma merkezini tahrip etmiş. Dilsiz ama duyuyor. 17 sene yatmış. Müebbetlik. ‘Bu idamdan da betermiş (sf. 30)’.
Genç kız; Öğretmen. Ciğerlerinden hasta. Ağzından kan geliyor.
Doktor; 36 senedir iş başında. Şehirdeki bütün insanların... Kalpleri, ciğerleri, mideleri tek tek elinden geçmiş.
Kaderleri bir zeytin deposunda kesişir. Genç öğretmen, ne kadar kötü de olsalar Onlardan ‘nefret edemediğini’ söylüyor. Benzer şekilde 1. mahkûm da “Bizi ayakta tutan nefretti. Bize öyle (iyi) davrandın ki nefret etmez olduk” diyecektir.
Teslim olmaya karar verip dışarı çıkarlarken dördü de öldürülüyor.
Turgut Özakman, yazdığı önsöze ‘Asılmışlar Balladı’nı (François Villon) (Çeviren Orhan Veli Kanık) almış. Kısa bir alıntı; “Kanun namına öldürüldük diye//Hor görmeyin bizleri kardeş bilin//Dünyada herkes akıllı olamaz ya//Biz de böyle olmuşuz neyliyelim.”
Rus folklorundan ‘Dve Gitari (Les Deux Guitares)’.
Mektepli; “Kaç defa seyrettim seni. Miden kanıyordu bir oyunda.”
Gün; “Nerde seyrettiniz ‘Salıncakta İki Kişi’yi?”
Mektepli; “İstanbul’da. Tam dokuz defa.”
Gün; “Dokuz defa mı?”
Mektepli; “Seyirciyi düşündün mü hiç?”
Gün; “Tabii. İlk heyecan provalarda başlar. Seyircinin korkusudur bu. Sonra ilk gece. Perde açılmadan önceki uğultu. Perdenin arkasında yüzlerce başı olan bir yaratık kımıldıyordur. Nefesini duyarsın her yanında. Nihayet oyun biter. Sevmişse seni, bir anda sarmaş dolaş olursun.”
Mektepli; “Tam karşınızdaki sokaktaydı atölyem. Her gün tiyatroya girdiğini çıktığını görürdüm… Nihayet perde kapanmış ve birden sarmaş dolaş olmuştun o acayip yaratıkla. En azgın zerresi bendim galiba o yaratığın Tiyatro çıkışı seni beklemeye karar vermiştim. Sana anlatacaklarım vardı ve senden duymayı özlediklerim (‘özlediklerim’ yerine ‘istediklerim’ dese daha mı doğru olurdu). Ama korkaktım, kararsızdım. Sen de benim varlığımdan tamamen habersizdin. Bana vuran buydu işte.” (Sonradan, bu denli hayran olduğu sanatçıyı, adını söyleyene kadar tanıyamayacaktır).
Gün; “Gerçekten bir kapansın sen. Bir kolumu kaybedebilirim sende.”
(Kolunu değil ama neredeyse bacağını yitiriyordu çıkan çatışmada).
(Yazan: Murat Çelenligil)
‘Tiyatoracı’ Gün ve hapishane firarisi ‘Mektepli’ Erdoğan. Mekân ise (İpsiz’in deyişi ile) ‘Güpçüoğlu’nun zeytinyağı deposu.
Mektepli; “Herkes bir iş tutmuş bu dünyada. Katil de lazım. Bu da bizim kısmetimize düştü. Seni buraya getirdik diye bizden teker teker hesap soracaklar. Ama bizi buraya getirenlerden kimse hesap sormadı.”
Gün; “Kim sizin için hesap versin?”
Mektepli; “Babaç neden Ramazan’ı öldürdü? Eroini Dede mi icat etti? Çalmayı Mahmut mu? Kemal’in annesi sevmiyor muydu oğlunu? Neden 14 yaşında eline silahı verdi?”
Aynı isimli üç perdelik tiyatro eserinin (1957/58) (Turgut Özakman) siyah beyaz Yeşilçam uyarlaması.
60’larda sakin, sessiz Yalova. Öncekilere benzeyen bir gün başlamış. Ama sonraki 3 g ün çok farklı olacaktır. Herkes kendi havasında şimdilik.
Küpçüoğlu, kaynının düğününü bile unutmuş. Resul ile ‘zeytinyağı pazarlığı’nda. ‘65 olsun’-‘olmaz 66’ didişmesi içindeler. Bir ara “Sen, Hamdi Bey’e uyma Resul” diyor. ‘65’ ve ‘66’ nedir (‘365’ ve ‘366’nın kısaltılmasıymış), Hamdi kimdir, bunları öğrenemeyeceğiz. Kıyısından köşesinden anladığımız kadarıyla Resul üretici, Küpçüoğlu aracı, Hamdi Bey de belki sendikacı. Ancak filmde bir önemi, senaryoya bir katkısı yok bu konunun. Zaten biraz sonraki olaylar nedeniyle bu “65’e bağlama” debelenmesi unutulup gidecektir.
Kasabanın ayaklı gazetesi İpsiz de çayevini açmış, elinde tepsi, esnafa çay veriyor.
[Damat tıraşı olan Ali Osman’ın berberden çıktığı sahnede bir sürpriz var. Dükkânın hemen yanında, ‘Duvarların Ötesi’ndeki Osman Türkoğlu ve Mümtaz Ener’in de rol aldığı ‘Maceralar Kralı’ (1963) filminin afişi asılı].
Eczacı Rahmi Targan, kızı ‘Tiyatrocu’ Gün’ü evlendiriyormuş o hafta. (Görevi söylenmeyen) Damat Sezai’nin iznini 15 gün uzattırmış. “Sağ olsunlar kırmadılar beni.” Jandarma Kumandanı-Osman Türkoğlu da “Siz ne istersiniz de yaptıramazsınız” diye pohpohlamaktaydı Rahmi Bey’i. Ne üzerine vazifeyse “Gül Hanım evlenince tiyatroyu bırakacak mı” diye soruyor bir de. “Kendi bilecekleri iş” yanıtını alır. (Aslında bu konuşma sırf seyirciyi bilgilendirmek için). Cuma’ya nikâhları olursa 10 gün de balayına kalırmış. Keşke her şey planladıkları gibi olsaydı.
Aynı sabah Burhaniye Hapishane’sinden ‘firar eden’ 7 mahkûmdan altısı ilçedeki zeytinyağı deposuna sığınıyor. ‘Taşduvar’, Jandarma ile çatışmada ölmüş. Bu sırada nişanlısı ile dolaşmaya çıkan Gün’ü de kaçırıp beraberlerinde getirmişler.
‘Babaç’; Otlak yüzünden Potur Ramazanı vurduğu için ‘müebbede mahkûm’. Usturaya vurulmuş kafası ‘pırıl pırıl parlıyor’. Sanki cilalı. Öfkesi burnunda ve sözünü dinleten biri. Elinde tüfek veya iri taşlı bir tespih. Pala bıyık ve muskalı.
‘Ayı Mahmut’; Hırsız. Müebbet cezası almış. Hırsız. Asıl adı Manuk Kabaracıyan. Balık ızgaraya bayılıyor. “Denizden babam çıksa yerim. Ah! Denizde ölsem.”
‘Dede’; Eroinci. Mahkemede ‘müebbeti yapıştırmışlar sırtına’. Eskiden dolmuş şoförlüğü yaparmış İstanbul’da. “Kimseyi yarı yolda ekmem.”
‘Kemal’; En gençleri. Kan davası nedeniyle, 14 yaşındayken iki kişiyi camide öldürmüş. Eline silahı tutuşturup zorlayan da annesi. 15 yıl vermişler.
‘Mektepli’; Adı Erdoğan. Filmde üç kez söyleniyor. Bir araba çalmış bir de ‘leşi var’. İdamlık. Gün’ü tiyatroda seyretmiş. Bir gösteri sonrası çok istemesine karşın konuşmaya cesaret edememiş.
‘Sadık Özbahadır’; Lakabı ‘Halıcı’. Aralarında ‘en pisleri bu herif’. Karısını, yatakta aşığı ile yakalayınca, 11 yerinden bıçaklayıp öldürmüş (aşığa ne olduğu belli değil). Bu anlatabildiği. Anlatamadıklarını Mektepli’den ve Jandarma Kumandanı’ndan öğreniyoruz. ‘6 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz etmiş. Sonra da parçalayıp gömmüş’. İdam cezası ‘temyizde tasdik edilecektir’.
Aslında kaçışlarını sağlayan bir eroin çetesi. Amaçları Dede’yi kurtarmak. Bunu da kara kaşı kara gözü için yapmıyorlar tabii. Son sevkiyatta çeteye ve patronu Atıf Kaptan’a kazık atmış. Sattığı malın yüklü miktardaki parasını (7 milyon) bir yere gömmüş. Yakalanınca da çeteye “Beni kurtarmazsanız paranın yerini söylemem” diye dayatmış.
Firardan sonra ‘buldukları araba, içindeki silah ve dürbün’ hep çetenin marifeti.
Bergama Harabeleri üzerinden Şeytan Kayası’na oradan da motorla “Ver elini Adalar”. Plan böyleydi. Ama vardıkları yer bu zeytinyağı deposu. Önü meydan, arkası deniz, 4 (tiyatro eserinde 2) katlı bir yapı. Kale gibi sağlam.
İlk günleri rahat geçer. Dışarı sarkıttıkları sepetle lüfer ızgara, portakal, elma, sigara istiyorlar. İlginç bir şekilde ‘çatal, bıçak istekleri hapishane talimatınca yasaktır’ diye yerine getirilmezken koca bir şişe şarap sakıncalı görülmemiş. Kasabadaki ‘nüfuzlu birinin’ kızı esir. Kaymakamlıktaki toplantıda şarap gönderilmesine itiraz eden yok.
Halıcı, yıllardır kadın yüzüne hasretmiş. “12 sene bu. Şeklini unuttuk be” diye ‘sulanıyor’. Nerdeyse saldıracak. Mektepli itirazı üzerine “Ne olur yani, biz de can taşıyoruz” ve en ürperticisi gelir; “Hem Onlar (yani sinema ve tiyatrocu bayanlar) aldırmaz ki.”
O gece yemekten sonra yapamadığını herkes yattıktan sonra yapmaya kalkar. Ayı Mahmut’un yardımı ile genç kızı alt kata götürüyor. Neyse ki yine Mektepli zamanında yetişir.
Bu arada ilçe, olayın heyecanı içinde. ‘Bu iş İpsiz’e yaramış’. Orada toplananlara bardak bardak çay yetiştirme telaşında; “Allah bin bereket versin. (Depoyu göstererek) Yukarıdakilere de yürek versin ki dayansınlar.” Olay sürsün, kasa dolsun. Sinemacıya takılmadan edemez; “Kapat senin sinemayı. (Yine depoyu göstererek) Bundan iyi sinema mı olur.”
İmam da orada. ‘Zararın neresinden dönülse faide olduğunu, kaderlerine rıza göstermelerini, neticesi hüsran olacak bir işte beyhude ısrar etmemelerini’ öğütlüyor.
Güpçüoğlu ‘zeytinyağı’ derdinde. Jandarma Kumandanı’ndan ‘gaz bombası atmasını’ istiyor. ‘Mallarını kurtarmak için’ çeteden Rıdvan-Fikret Uçak ile işbirliği bile yapacaktır.
Pısırık Sezai ise nişanlısını değil ama durumunu kurtarma telaşında; “Gün’e bir kötülük gelmeyeceğini bilsem tutamazlar beni burada.” Esmese bile gürlüyor. Ertesi gün, inanılır gibi değil, yemek sepeti ile çiçek gönderir; “Gün, Yavrum! Bu kötü şartlar altında sabırdan başka elden bir şey gelmiyor.” Yapacağı şey ‘sabretmekmiş’. Sonrası daha da inanılmaz! Babaç “Yanımızdaki bir kadına nasıl laf atar. Biz neyiz ulan” diyerek çiçeği pencereden geri atıyor. Delikanlının tepkisi sadece “Hayvanlar” diye söylenmek.
Ertesi gün Babaç’ın annesi, karısı ve çocuğunu getirmiş yalvartıyorlar. “Teslim ol. Vururlar seni. Kurşunlarlar.” Pek etkili olmaz bu yöntem. “Benim kafasız anam! Avratı, çocuğu toplamış… Vururlarsa vursunlar. Hapiste mi geberelim.”
Gazeteler de ‘olanları dillerine dolamış bir resim, bir röportaj için yırtınıyorlar’.
Depodaki ilk gün “Cennet gibi burası” demişlerdi ama kaçınılmaz olan daha ikinci gün gerçekleşiyor. Firariler arasında çekişme başlar.
Dede eroin krizleri içinde. Hapiste rahatlıkla bulabildiği(!) ‘beyaz’ burada yok.
Halıcı, idamın kesinleştiğinden habersiz, yiyecek sepeti ile mektup gönderiyor; “Çok muhterem büyüklerim, şeytana uyup da karıştığım bu işten son derece pişmanlık duymaktayım. Namussuzum ki gönüllü değildim.” ‘Büyükleri’ ne emir buyururlarsa canla başla yapmaya hazırmış. Yeter ki yapacağı vazife takdir edilsin. ‘Cevabın top köfte içinde gönderilmesini rica ediyor’. Yazdıklarının bitişi; “Küçükten kusur, büyükten af. Ellerinizden öperim.” Sanki o suçları işleyen başka biri. Böylesine nazik. Arkadaşları durumu anlayınca hemen orada mahkeme kurulur. Cezası 4. kattan atılmak.
Kemal, Gün ile Mektepli’nin yakınlaşmasını kıskanmış. Kavga dövüş sırasında yanlışlıkla Ayı Mahmut’u öldürür. Korkuyla kaçarken jandarma kurşunuyla can veriyor.
Çaresiz kalan Babaç, Mektepli ve Dede teslim oluyorlar.
Gün, depoda karşılaştığı Erdoğan’dan sonra, Ankara’ya gidecekmiş. Babasından, kardeşinden ve nişanlısından daha önemli olduğunu söylediği Tiyatroya.
Kitap (Birinci basım Ağustos 1965) (Bilgi Yayınevi) oldukça farklı. Hiç isim yok. Olaylar kaçak 4 mahkûm, genç kız ve doktor arasında geçiyor.
1. mahkûm ‘Reis’; Kaba saba, mert bazen aşırı merhametli biri. Yüzünün sağ tarafında bir tik var. Birkaç kişiyi ‘temizlemiş (sf. 31)’. Kumarbaz babası ve ‘ev sahibinin oğluyla kırıştıran’ anası nedeniyle evden kaçmış. Kürtaj masasında kalan karısı da işin tuzu biberi.
2. mahkûm ‘Çakal’; Tek kollu. İçerdeki dört senede ‘dişi sinek bile görmemiş’. Şimdi ‘idamlık’. Babası ‘kadın pazarlayan biriymiş’.
3. mahkûm ‘Bacaksız’; En gençleri. Kan davasında babasını ve abisini öldürmüşler. O da iki kişiyi temizlemiş. “Kendi ismimden önce geberteceğim insanların ismini belledim” diyor. Ağız mızıkası var. İdamlık.
4. mahkûm ‘İhtiyar’; En yaşlıları. Bir kavgada başına gelen darbe konuşma merkezini tahrip etmiş. Dilsiz ama duyuyor. 17 sene yatmış. Müebbetlik. ‘Bu idamdan da betermiş (sf. 30)’.
Genç kız; Öğretmen. Ciğerlerinden hasta. Ağzından kan geliyor.
Doktor; 36 senedir iş başında. Şehirdeki bütün insanların... Kalpleri, ciğerleri, mideleri tek tek elinden geçmiş.
Kaderleri bir zeytin deposunda kesişir. Genç öğretmen, ne kadar kötü de olsalar Onlardan ‘nefret edemediğini’ söylüyor. Benzer şekilde 1. mahkûm da “Bizi ayakta tutan nefretti. Bize öyle (iyi) davrandın ki nefret etmez olduk” diyecektir.
Teslim olmaya karar verip dışarı çıkarlarken dördü de öldürülüyor.
Turgut Özakman, yazdığı önsöze ‘Asılmışlar Balladı’nı (François Villon) (Çeviren Orhan Veli Kanık) almış. Kısa bir alıntı; “Kanun namına öldürüldük diye//Hor görmeyin bizleri kardeş bilin//Dünyada herkes akıllı olamaz ya//Biz de böyle olmuşuz neyliyelim.”
Rus folklorundan ‘Dve Gitari (Les Deux Guitares)’.
Mektepli; “Kaç defa seyrettim seni. Miden kanıyordu bir oyunda.”
Gün; “Nerde seyrettiniz ‘Salıncakta İki Kişi’yi?”
Mektepli; “İstanbul’da. Tam dokuz defa.”
Gün; “Dokuz defa mı?”
Mektepli; “Seyirciyi düşündün mü hiç?”
Gün; “Tabii. İlk heyecan provalarda başlar. Seyircinin korkusudur bu. Sonra ilk gece. Perde açılmadan önceki uğultu. Perdenin arkasında yüzlerce başı olan bir yaratık kımıldıyordur. Nefesini duyarsın her yanında. Nihayet oyun biter. Sevmişse seni, bir anda sarmaş dolaş olursun.”
Mektepli; “Tam karşınızdaki sokaktaydı atölyem. Her gün tiyatroya girdiğini çıktığını görürdüm… Nihayet perde kapanmış ve birden sarmaş dolaş olmuştun o acayip yaratıkla. En azgın zerresi bendim galiba o yaratığın Tiyatro çıkışı seni beklemeye karar vermiştim. Sana anlatacaklarım vardı ve senden duymayı özlediklerim (‘özlediklerim’ yerine ‘istediklerim’ dese daha mı doğru olurdu). Ama korkaktım, kararsızdım. Sen de benim varlığımdan tamamen habersizdin. Bana vuran buydu işte.” (Sonradan, bu denli hayran olduğu sanatçıyı, adını söyleyene kadar tanıyamayacaktır).
Gün; “Gerçekten bir kapansın sen. Bir kolumu kaybedebilirim sende.”
(Kolunu değil ama neredeyse bacağını yitiriyordu çıkan çatışmada).
(Yazan: Murat Çelenligil)
Ödüller:
|
En
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (2. Antalya Film Şenliği-1965)
|
Danışman
|
İsmail Tura
(Askeri Danışman)
|
Kurgu
|
Temel Gürsu
(Kurgu)
|
Sanat Yönetmeni
|
Niyazi Er (Sanat
Yönetmeni)
|
Yapım Ekibi
|
Hüseyin
Sarıkaya (Yapım Amiri)
|
Zeki Tezcan
(Set Amiri)
|
|
Nizam
Ergüden (Set Asistanı)
|
|
Murat
Serenli (Set Asistanı)
|
|
Alaattin
Altınok (Set Ekibi)
|
|
Yönetmen Ekibi
|
Zuhal
Üstüntaş (Reji Ekibi)
|
T. Fikret
Uçak (Reji Ekibi)
|
|
Kamera Ekibi
|
Kaya Ören (Kamera
Asistanı)
|
Celal
Atölye (Kamera Asistanı)
|
|
Post-Prodüksiyon
|
Ali Berkan
(Negatif Kurgu)
|
Mihal
Sikarpetis (Laboratuar)
|
|
Işık Ekibi
|
Ekrem
Köksalan (Işık Şefi)
|
Haydar Aslan
(Işık Asistanı)
|
|
Ses Ekibi
|
Tuncer
Aydınoğlu (Ses Kayıt)
|
Taner Oğuz (Senkron)
|
|
Müzik ekibi
|
Nedim Otyam
(Beste)
|
Firmalar
|
Anıt Film (Yapım)
|
Acar Film (Film
Hazırlık)
|
|
Apa
Ofset Basımevi (Afiş Baskı)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder