15 Kasım 2016

BÜTÜN SUÇUMUZ SEVMEK (1963)

butun_sucumuz_sevmek_1963 (3).jpg
HUNP: 8,3







Bütün Suçumuz Sevmek

Vizyon Tarihi : 1963

Hunp : 8,3

Orijinal Dil : Türkçe

Oyuncular :

Tanju Gürsu Tanju Gürsu Murat Tamer
Türkan Şoray Türkan Şoray Türkan
Çolpan İlhan Çolpan İlhan Nazan
Serpil Gül Serpil Gül Serpil
Semih Sezerli Semih Sezerli Semih Usta
Yaşar Şener Yaşar Şener Süleyman
Afif Yesari Afif Yesari Cemal
Handan Adalı Handan Adalı Handan
Nubar Terziyan Nubar Terziyan   Kemal
Sabahat Işık Sabahat Işık
Mualla Sürer Mualla Sürer Mualla Teyze
Zuhal Tan Zuhal Tan Sekreter Zuhal
Adalet Cimcoz Adalet Cimcoz Türkan Şoray Seslendirmesi
Hayri Esen Hayri Esen Tanju Gürsu Seslendirmesi
Altan Karındaş Altan Karındaş   Serpil Gül Seslendirmesi
Rıza Tüzün Rıza Tüzün Nubar Terziyan Seslendirmesi
Sacide Keskin Sacide Keskin Mualla Sürer Seslendirmesi

Yönetmen
Senaryo
Yapımcı
Müzik
Görüntü Yönetmeni
Süre
72 dk.
Tür
Özellikler
Siyah Beyaz, 35 mm
Ülke
Türkiye
Firmalar
Ülkü Film (Yapım)

Erman Film (Film Laboratuvarı)








Taşradan İstanbul’a gelen bir adamın yaşadıkları anlatılır. Murat babası ölünce İstanbul’a göç eder. Amcası Kemal’in fabrikasında çalışmaya başlar. Kemal, yeğeninin işleri öğrenmesi için onu işçi olarak çalıştırır. Yeğeni olduğunu da herkesten gizler. Bu süreçte Murat fabrika işçileriyle arkadaş olur. Onlarla aynı mahallede yaşar. Yeni hayatına alışan Murat, bir süre sonra arkadaşlarından kopmak zorunda kalacaktır. (Meltem İşler Sevindi)


Ayrıntılar:

‘The Slavonic Dances, Op. 72, B. 147; No 2, E minor (mi minör), Allegretto grazioso’ (1878/86) (Antonin Dvorák).
Murat; “Pişman mısın?”
Türkan; “Hayır.”
Murat; “Artık çalışmayacaksın. Sadece evinin, evimizin kadını olacaksın.”
Türkan; “Öyle söyleme. Hiç olmazsa durumumuz düzelinceye kadar yüküne ortak olurum. Önümüzde sadece senin kadının olarak yaşayacağım öyle uzun bir zaman var ki.
Murat; “Ne olursa olsun. Ben kulağı makine gürültüsünden kurtulmamış yorgun bir kadın değil seni istiyorum. Hem benim taşra çocuğu olduğumu biliyorsun. Bizim kadınlarımız evlerinde çalışır, evlerinde mutlu olurlar.”
Türkan; “Seninle olduktan sonra hiçbir şeyin önemi yok.”

‘An American Tragedy’ (1925) (Theodore Dreiser) (Bir Amerikan Faciası) (Altın Kalem Klasik Romanlar-Çeviri Aydın Pesen) ve ‘A Place in the Sun’ın (1951) Yeşilçam uyarlaması.
Jenerikte XVI. yüzyıl İngiliz Folkloru’ndan bir melodi var; ‘Greensleeves’.
Haydarpaşa’da (kitapta Lycurgus, New York) 20-22 yaşında bir genç. Murat Tamer çalışmak için amcası Kemal’in yanına gelmiş. ‘Durumunu garantilerse’ yapacağı ilk şey anacığını buraya almak. Babasının ölümünden sonra zavallı kadın bir türlü toparlanamamış. Bu ‘anacığı’ konusu sonradan unutulup gidecektir.
Sirkeci’deki Otel Emira’ya yerleşir. O gece Beyoğlu’nu hayran hayran dolaşıyor. Pavyon Şahane’de Esin Güneş, Deniz Jüli, Güler Yakar; Mulen Ruj’da Funda Mehtap, Düo İstanbul; Büyük Londra’da Aysel Tanju, Nevzat Erkin. Ancak film bambaşka yönde gelişiyor.
Kemal Bey, ARI Bisküvi (kitap ve filmde ‘Gömlek’) Fabrikası’nın sahibi. Yıllarca önce buralara geldiğinde yeğeninin yaşında bile değilmiş. “Yağmurlu bir İstanbul sabahı bir kenarına büzüldüğüm kamyon kasasından indiğim vakit bu koca şehirde güvenebileceğim kimsem yoktu. Fakat başarmaya kararlıydım” diyor. ‘Zerrece azalmayan azmiyle fabrika sahibi olmuş’. Murat’a, aynı şekilde hareket etmesini öğütlüyor. Hak ettikten sonra başaramayacağı bir şey yokmuş. Ama bir şartı var. Akraba olduklarının bilinmesini istemiyor. Amca-yeğen değil patron-işçi gibi olacaklarmış.
[Romandaki Clyde ve Hollywood filmindeki George da amcaları Samuel Griffiths ve Charles Eastman’ın yanında çalışmaya başlarlar. Fabrika kurallarına göre erkeklerin bayan işçilerle ilişkiye girmesi yasakmış (sf. 204). “This is a must.”]
The Shadows topluluğundan ‘Stars Fell on Stockton’ (1962) (Bruce Welch / Hank Marvin / Brian Bennet / Jet Harris). Cemal Efendi delikanlıyı Semih Usta’ya götürür. O serviste çalışmaya başlayacakmış. ‘İnsana bilmediği bir çevrede en gerekli şey candan bir arkadaştır’. Semih böyle dost biri. Kahramanımıza kalabileceği bir oda bulur. Zaten Mualla Teyze de hanidir ‘şöyle helal süt emmiş bir pansiyoner bulun’ der dururmuş. Murat’a ‘ana yokluğunu hissettirmezmiş’. Senaryonun burasında bir hata var. Yaşlı kadın, yeni kiracısı için Semih’e “İyi bir insana benziyor. Anlattıkların doğruymuş” diyor. Oysa Murat fabrikaya geleli daha birkaç saat olmuştu. Semih ile Mualla teyze bu konuyu konuşmamışlardı bile.
İki senedir aynı fabrikada işçi olarak çalışan Türkan da kahramanımızın kapı komşusu. Genç kızın Erzurum’da askerlik yapan abisinden başka kimsesi yokmuş. Murat’la göz göze gelmeleri rastlantıdan öte bir şey. Sanki bilinmez bir kuvvet Onları birbirine itiyor. ‘Daima aynı insanla beraber olmayı istemek’ aşktan başka nedir ki.
Delikanlının günleri iş-ev arasında geçiyor. ‘Mualla teyzeden Semih Usta’ya, Semih Usta’dan Mualla teyzeye’. Bir de…
Murat; “Bir de siz. Alıştıklarım üç kişi.”
Türkan; “Eh, epeyce olmuş.”
[Yasak olmasına karşın Clyde, Roberta Alden ile George da Alice Tripp ile ilişkiye girer. ‘Aşk, kör eden, kan döken hançerini ilk kez saplıyordu (genç kızın) bağrına (sf. 240)’.]
‘Dance On’ (1962) (Valerie ve Elaine Murtagh / Ray Adams / Marcel Stelman). The Shadows’dan dinlediğimiz melodi ile alınan ilk haftalık. Bunu bir meyhanede rakı içerek kutluyorlar. Âşık etrafını dört duvar zannedermiş ama Semih Usta’dan kaçar mı. Müzmin aşığa şunları söylüyor; “Bir insan üç kadehte feleğini şaşırırsa O ezelden sarhoş demektir. Üç kadehte çarpmayla toplamayı karıştırtana matematiği zayıf demezler âşık derler. Bütün buna rağmen kaldırılan her kadehe herkesten önce dalana da ‘komşu kızı seviyor’ derler.”
Meyhane dönüşü Türkan yine pencerede Murat’ı bekliyordu. O gece birbirlerinin olurlar. ‘Zevklerine göre döşeyecekleri küçük bir ev’in hayalini kuruyorlar. İki odalı da olsa yetermiş. Delikanlı yemekten sonra gazete okuyacak, Türkan da dizlerinin dibinde yün örecek’miş. Genç kız bunların ‘yarın uyanacakları bir rüya olmasından korkuyordu’. Haklı çıkmasaydı keşke.
Kemal Bey’in kızı Nazan fabrikaya gelip Murat’ı gördükten sonra her şey değişiyor.
[Kitap ve filmdeki erkeklerin, Sondra Finchley ve Angela Vickers ile karşılaşınca ‘ayakları yerden kesilmiş’. Ama Yeşilçam’dan farklı olarak aralarında bir akrabalık yok. ‘Daha yüksek bir yaşama düzeyi’ genç kızların varlığında somutlanmış. ‘Onlardan yayılan ışık işçi kızların görünmesine pek olanak vermiyor (sf. 255)’.]
‘Venus’ (1959) (Ed Marshall / Peter DeAngelis). Çok geçmeden, akşam yemeği için köşke davet edilir. Sonra amcakızının [‘Çapkın Kız’ (1963) ve ‘Tığ Gibi Delikanlı’ (1964) filmlerinden anımsadığımız] üstü açık, gösterişli arabayla gelip gitmeleri başlar. Murat artık hep O’nunla beraber. Türkan bu durumdan çok rahatsızdı. Kahramanımız ise “Ne olur, biraz anlayışlı ol” diye başlayan, “Birbirimize güvenmezsek sevgimizi yürütemeyiz” şeklinde biten (kendisinin bile inanmadığı) cümlelerle durumu kurtarmaya çalışıyor.
Ancak ‘ilişkilerinin ilk günlerdeki gibi gitmediği’ ortada. Bu arada Murat, Nazan’ı Bursa’ya götürür. Amcası böyle istemiş. Çelik Palas’ta kalıyorlar. ‘Greensleeves’ ile dans. El ele Uludağ ve Yeşil Türbe ziyaretleri. Gençler birbirlerine alışıyorlarmış.
Ancak ortada bir başka sorun var. Türkan hamile. Bunu, Semih Usta’nın nişanlısı Serpil ile bir hastanenin ‘Kadın-Doğum Hastalıkları’ bölümüne gitmesinden anlıyoruz.
Bursa dönüşü büyük bir değişim yaşanır. Delikanlı fabrikaya müdür olmuş. Eşyaları da Mualla Teyze’nin evinden alınıp köşke götürülmüş.
‘Küçücük odaların, daracık sokakların, azıcık katıkların çocuğu’ Murat, kısa zamanda ‘bir cemiyet adamı’ olmayı başarır. Ancak yine de sosyetik olmakta zorlanıyor. Bu durum ‘Kadri Beylerle gittikleri pavyon’da çok belirgin.
‘Pepe’ (1960) (Hans Wittstatt / Dory Langdon). Duane Eddy’nin gitarı ile hareketli bir melodi duyuluyor. Sosyetik Niyazi, ‘bonsoir’ diyerek Nazan’la dans etmek için izin ister. Murat “Rica ederim, buyrun” falan diyor ama ağzı yüzü sinirden birbirine karışmış haldeydi.
Yine de ‘cehennem’ dediği bu çevreden kendini kurtaramıyor.
‘Artık zamanıdır’ diye düşünen Kemal kararını vermiş. Kızının yaş gününde nişanlarını ilan edecekmiş.
‘Midnight’ (1961) (Hank Marvin / Bruce Welch). Nazan çok mutlu. The Shadows’un melodisi ile dans ederken Murat’a “Şimdiye kadar kutladığım doğum günlerinin en güzeli bu” diyordu. Konuklar, ‘oldukça müşkülpesent’ olarak bilinen genç kızın ‘zevkine bayılmışlar’. Gencecik Gülgün Erdem de “Şans buna derler işte” diye imrenerek bakıyor.
“What’d I Say” (1959) (Ray Charles). Herkes ‘Rock and Roll’ ile kendinden geçmişken telefon çalar. Türkan bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda bir telefon kulübesi bulmuş. Murat’a “Görüşmemiz lazım” diye yalvarıyor. Herhalde bebek beklediğini söyleyecekti. Bizimki ise durumun önemini anlamamış atlatmaya çalışıyor; “Şu an imkânsız Türkan. Yarın, bir yerde görüşürüz.”
Görüşmenin ‘yarın, bir yerde’ değil, ‘o gece, morgda’ olacağını nerden bilsin.
Sonraki sahnede intihar girişiminde bulunan genç kızı hastaneye kaldırıyorlardı. Mahalleli üzüntü içinde orada toplanmış. Talia Saltı da aralarında.
[Clyde ve George ise üst düzey sevgililerine kavuşmak için en olmayacak şeyi yapıyorlar. Romanda Big Bittern Lake, filmde Loon Lake’de Roberta ve Alice’i öldürüyorlar.]
Kurtaramamışlar. Bunu öğrenen Murat köşktekileri acımasızca suçluyor. Hepsinden, aptalca düzenlerinden iğreniyormuş. Kendisini ‘beraber üzülüp beraber ağladığı o insanlardan’ zorla koparıp ayırmışlar. “Böyle bir hayat yaşamıyorduk ama mutluyduk. Yaşamak, bir paydos sonrasında kurduğumuz küçücük hayallerimizdi… Beni Onlardan koparmakla ne kazandınız? Niçin yaptınız bunu, niçin?”
Keşke böyle bir hesaplaşmayı kendisi ile de yapabilseydi. Suçladığı kişiler O’nu hiç zorlamamışlardı. Türkan’la olan beraberliğinden haberleri bile yoktu. ‘Arkadaşlarına bu kadar bağlı olduğunu, kopamayacağını’ kimse bilmiyordu. Nazan “Bütün suçum, bütün suçumuz sevmek. Hepsi o kadar” diye haykırıyor.
Son sahnede yine Haydarpaşa var. Hiç konuşmadan Semih Usta ve Serpil’e veda edip Anadolu’ya geri dönüyor. Keşke hiç gelmeseydi. Üzüntülü ama roman ve filmdeki erkek kahramanların sonları ile kıyaslandığında verilmiş sadakası varmış.

[Clyde Griffiths (ve George Eastman) elektrikli sandalyeden kurtulamaz.
Theodore Dreiser eserini gerçek bir olaydan, Chester Gillette’in yaşadıklarından (1906) etkilenerek yazmış. Bunu vurgulamak için kahramanların isim ve soyadları aynı harflerle başlıyor. 599 sayfalık kitabın son 220 sayfasında cinayet ve mahkeme anlatılmış. Chester, bir mucize olup bunları okuma imkânı bulsaydı, suçun kenarından bile geçmezdi herhalde. Öylesine çarpıcı.]

‘Hicaz Makamında Yaylı Tanbur Taksimi’.
Mastori’nin Meyhanesi. Bir zamanlar ‘aslan sütünü yumruk mezesi’ne ortak ederlerdi. Şimdi ise köprünün altından çok sular akmış.
Murat; “Bana bu kadar kırgın mısın Semih Usta?”
Semih; “Gene ne yalanlar kıvıracaksın?”
Murat; “Kimseye yalan söylemiş değilim. Gerçekleri anlatmanın zamanı gelmedi henüz. Bilmiyorsun.”
Semih; “Neyi? Olanca cömertliğimizle verdiğimiz dostluğu, sevgiyi nasıl kemirdiğini mi? Bunu mu söylemek istiyorsun? Artık hiçbir numaran kalmadı arkadaşım. Ne zamana kadar saf, gözü kapalı Anadolu çocuğu rolü oynayacak, ne zamana kadar iyi niyetlerimizi istismar edeceksin? Bütün bu yaptıkların lüks tarifeli bir gece kulübünde dostlarına anlatacağın ucuz bir zamparalık hikâyesi için miydi? Nasıl yanıldık, nasıl aldandık?”
(Yazan: Murat Çelenligil)

butun_sucumuz_sevmek_1963.jpg
 TESBİHNAME.COM

Hiç yorum yok: