11 Aralık 2013

UÇURUMDAKİ KADIN (1964)

HUNP : 8,0







Vizyon Tarihi : 1964

Hunp : 8,0

Orijinal Dil : Türkçe

Oyuncular :

Orhan GünşirayOrhan GünşirayTarık
Filiz AkınFiliz AkınAyşim/Hülya
Sadri AlışıkSadri AlışıkBülent
Reha YurdakulReha YurdakulHakkı
Atıf KaptanAtıf KaptanÖmer
Aliye RonaAliye RonaNazmiye
Mualla FıratMualla FıratHicran
Handan AdalıHandan AdalıŞükriye
Reha KıralReha KıralSaliha
Gülseren EsenGülseren EsenSevda
Mehmet Ali AkpınarMehmet Ali Akpınar     İzzet
Nezihe GülerNezihe GülerLale
Muhip ArcımanMuhip ArcımanA. Kaptan Seslendirmesi
Jeyan Mahfi TözümJeyan Mahfi TözümF. Akın Seslendirmesi
Sadettin ErbilSadettin ErbilO. Günşiray Seslendirmesi
Yönetmen
Senaryo
Yapımcı
Görüntü Yönetmeni
Süre
77 dk
Tür
Ülke
Türkiye
Etiketler




Ayşim liseyi bitirmiş Kartal’daki akrabalarının yanına geliyor. Biraz garip ama 5 yaşında gönderildiği okuldan dönüşü ancak şimdi. “14 sene tam bir manastır hayatı.” Arada bir bayılıvermesi bundan.Orhan Günşiray’ın kayınvalidesi Hafize Hanım’a ait Yeniköy’deki Köşk. Sanki herkes ‘ölmeden mezara girmiş’. Eve neredeyse yabancı kimseyi sokmuyorlar. Ailenin büyüğü Ömer çok aksi. Ona buna bağırmaktan başka yaptığı bir şey yok. Hele Ayşim’in gelişinden sonra iyice azıtıyor. Davranışları öylesine düşmanca ki genç kız sonraları “Benden alacağı bir öç mü var nedir” diyecektir. Çocukları Bülent, Saliha ve Nazmiye daha sevecen. Ama ‘bu cehennem azabına dayanmaktan başka yapabilecekleri bir şey yok’muş. Ayşim için söyledikleri de “1,5–2 yaşında bir bebek bu köşkün kapısına bırakıldı… Biz büyüttük. Kendisinin bizi teyzeleri ve dayısı olarak bilmesini istedik”ten ibaret. Gerçek ise bambaşka.

Kurgu
Rauf Tözüm (Kurgu)

Ali Berkan (Kurgu)
Yönetmen Ekibi
Kemal Bilici (Yönetmen Yardımcısı)

Mesude özkılıç (Yönetmen Yardımcısı)
Kamera Ekibi
Feridun Kete (Kamera Asistanı)
Post-Prodüksiyon
Mihail Skarpedis (Laboratuar)
Işık Ekibi
Mehmet Ateş (Işık Şefi)

Mustafa Akdeniz (Işık Şefi)
Ses Ekibi
Firmalar
Acar Film (Yapım)

Replikler :

‘Dawn’ (1960) (Ernest Gold). ‘Exodus’un gizemli melodisi eşliğindeki konuşma.
Lale; “Ağlama yavrum artık… Gel, ben sana bir sırrın bildiğim kadarını açıklayacağım. Bu sır kaç kişinin felaketine sebep oldu… 15 sene oluyor, fırtınalı bir geceydi. Kardan göz gözü görmüyormuş dışarıda. Bir arabacı kucağında bir bebek taşıyan bir taze ile bir adam getirmiş sizin köşke. Sonra bir daha onların döndüğünü gören olmamış… Bir hafta içinde küçük bir bebeğin kapıya bırakıldığı hikâyesi ortaya yayıldı. Ömer Bey’in hanımı, rahmetli, o hafta içinde öldü. Köşke de kimseyi sokmadılar artık… Demin üzüldün, ağladın dayanamadım yavrum. Söyleyeyim dedim. Senin annen herhalde fırtınalı havada köşke gelen o kadın olacak… Ben sana bir sırrın bildiğ im kadarını anlatacağım dedim yavrum. Ötesi gene sır, ötesi gene sır.”
Filmin başlangıcı ‘Yıldız Tepe’ (1965), sonrası ‘Bir Genç Kızın Romanı’ (1971) gibi. Ayşim liseyi bitirmiş Kartal’daki akrabalarının yanına geliyor. Biraz garip ama 5 yaşında gönderildiği okuldan dönüşü ancak şimdi. “14 sene tam bir manastır hayatı.” Arada bir bayılıvermesi bundan.
Orhan Günşiray’ın kayınvalidesi Hafize Hanım’a ait Yeniköy’deki Köşk. Sanki herkes ‘ölmeden mezara girmiş’. Eve neredeyse yabancı kimseyi sokmuyorlar. Ailenin büyüğü Ömer çok aksi. Ona buna bağırmaktan başka yaptığı bir şey yok. Hele Ayşim’in gelişinden sonra iyice azıtıyor. Davranışları öylesine düşmanca ki genç kız sonraları “Benden alacağı bir öç mü var nedir” diyecektir. Çocukları Bülent, Saliha ve Nazmiye daha sevecen. Ama ‘bu cehennem azabına dayanmaktan başka yapabilecekleri bir şey yok’muş. Ayşim için söyledikleri de “1,5–2 yaşında bir bebek bu köşkün kapısına bırakıldı… Biz büyüttük. Kendisinin bizi teyzeleri ve dayısı olarak bilmesini istedik”ten ibaret. Gerçek ise bambaşka.
Ömer Bey’in, akıl sağlığı yerinde olmayan bir çocuğu daha var; Hicran. Dudaklarında hep ‘para’, ‘hasta’ ve ‘katil’ sözcükleri. [Abisi “Üzme kendini kardeşim. Gel seni odana götüreyim” derken ‘Tannháuser Operası’ndaki (1845) (Richard Wagner) Uvertür (2.30–3.30 dakikalar arası) duyuluyor.]
Belli ki hepsini yakıp kavuran eski bir sır var. Kabuk bağlamış ama içten içe kaynıyor. Genç kızın gelişi irinli yaraya vurulmuş bir neşter gibi. Sancılı ama elzem. Kaç kez Ömer’in hakaret hatta dayağından bunalıp kaçmak istemişti. Saliha’nın sözleri çözümün nerde olduğunu gösteriyor; “Gitme kızım. İnan bana, yaşamamız için bir sebep varsa o da sensin. Nede olsa senden gelen bir sevinç yayılıyor evin içine. Kal kızım.”
Okuldan arkadaşı Sevda ve ailesi komşuları. Ağabey Doktor Tarık ‘güzel, terbiyeli, cana yakın kız’dan çok etkilenmiş. “O evde nasıl yaşayacak merak ediyorum. Kime dert dökecek, sevincini kime anlatacak… Mektepteki yalnızlığı yetmiyormuş gibi…” deyip duruyor. Ama ‘asalet düşkünü’ anne Şükriye Hanım onu daha görmeden sevmez. Birazcık övücü söz söylemek ne mümkün; “Allah aşkına Lale, damarıma basma. Biliyorsun aile bağlarına ne kadar kıymet veririm.” Çocukların ‘bir besleme’ ile arkadaşlığı bile tüylerini diken diken ediyor. Nerde kaldı gelin olarak bağrına basmak.
Ayşim ve Tarık’ın ‘Never on Sunday’ (1960) (Manos Hadjidakis) melodisiyle kırda başlayan aşkları Sevda’nın yaş gününde ‘Tango Italiano’ (1962) (Walter Malgoni / Bruno Pallesi) ile devam eder. Yanak yanağa dansları Şükriye Hanım’ı çileden çıkarıyor. Onları ayırmak için elinden geleni yapacağı apaçık. [Gülseren Esen ve bu sahnedeki giysisini ‘Adanalı Tayfur Kardeşler’de (1964) tekrar göreceğiz.]
Avukat Hakkı Bey ve ablası Lale oranın yerlisi. Ayşim’e destek oluyorlar. Delikanlı yıllar önce Hicran’la nişanlıymış. O karlı, esrarengiz geceden sonra kız tarafı nişanı bozmuş. Lale, kardeşinin aylarca ne yaptığını bilemediğini, Hicran’ın ise ‘muvazenesini tamamen
kaybettiğini’ anlatıyor.
Dedikodular Ayşim’in de kulağına gelir. Yamacın ordaki Ağlayan Kayalar; ‘Hülya, Hülya’ diye bağıran meçhul kadın; Öfkesi saldırganlık halini alan Ömer.
‘Kol kırılır yen içinde’. Ama nereye kadar? ‘Aile sırrı’ nedeniyle çekilen acılar dayanılmaz olmuş. Yıllar önce edilen yemin artık işe yaramıyor.
Saliha; “Annemize ölürken verdiğimiz söz yüzünden hepimiz mahvolduk… Şöyle böyle 15–16 sene evveldi. Sen ufacık bir bebektin. Annenle baban Avrupa’dan dönmüş, fırtınalı ve karlı bir gecede buraya gelmiştiniz… Babanla babam kardeş çocuklarıydılar. Bizimki kendi servetini bitirmiş babanın serveti üzerine oturmaya çalışıyordu. Amcam bunu anlamış olacak ki Avrupa’dan aceleyle gelmiş, hesap istiyordu. Kavga etmeye başladılar.”
Ömer onu öldürür. “Babanı kimseye göstermeden gömdüler. Annen de şuurunu kaybetti. 15 seneye yakın bir hastanede kaldı.”
Uçuruma yakın evdeki kadın Ayşim’in annesiymiş. Genç kızın gerçek adı da Hülya. “Annemiz bu felakete dayanamadı. Babamızın katil olduğunun bilinmesini istemiyordu. Onun için ölüm döşeğinde bize kendi üzerine yemin ettirdi. Bu sırrı saklayalım diye. Ama Allah bizi affetmedi Hicran’ın nişanını bozmak zorunda kaldık.”
Sonunda Hakkı nişanlısına kavuşuyor. Hülya, Tarık’la beraber. Üstelik annesini de bulmuş. 10 küsur yıllık aile sorununu çözmesi birkaç hafta sürmüştü. Ama sanki asıl debelenme bundan sonra. Şükriye Hanım’a kendisini kabul ettirmek için hâlâ uğraşıyor olmalı. Senaryo bile bu konuda bir şey söylemeye cesaret edememiş.
‘Die Walküre Operası’ Üçüncü Perdedeki ‘Ride of the Valkyries’ (1870) (Wagner) ile başlayıp ‘Manfred Senfonisi’ Si minör, Opus 58; I. Lento lugubre (son 3 dakika) (1885) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky) ile biten koşuşturma.
Tarık; “Yeter artık Ömer Bey, döktüğün kanı kanla temizlemeye çalışma. Bundan sonra adaletin kararını bekle ve vicdanınla baş başa kal.”

ucurumdaki_kadin_1964 (2).jpgucurumdaki_kadin_1964.jpg


 TESBİHNAME.COM

Hiç yorum yok: