3 Ekim 2013

KORKUNÇ ARZU ( 66' )

HUNP : 6,8

Vizyon Tarihi : 1966

Hunp : 6,8

Orijinal Dil : Türkçe

Oyuncular :

Yusuf SezginYusuf SezginOrhan Demir
Selma GüneriSelma GüneriNilgün
Pervin ParPervin ParŞantöz Mine Suna
Senih OrkanSenih OrkanFerit
Muzaffer TemaMuzaffer TemaSelim
Necdet TosunNecdet TosunMuhasebeci Hüsnü
Nermin ÖzsesNermin ÖzsesFatma Hanım
Hüseyin GülerHüseyin GülerPolis Memuru
Zeki SezerZeki SezerPolis Memuru
Bedri ÇavuşoğluBedri Çavuşoğlu  Yargıç
Ömer KayamÖmer Kayam
Şener IşıkŞener Işık
SabinaSabinaStriptizci
Alev KoralAlev KoralPervin Per Seslendirmesi
Nevin AkkayaNevin AkkayaSelma Güneri Seslendirmesi
Pekcan KoşarPekcan KoşarSenih Orkan Seslendirmesi
Cüneyt TürelCüneyt TürelYusuf Sezgin Seslendirmesi
Mümtaz EnerMümtaz EnerSeslendirme
Yönetmen
Senaryo
Yapımcı
Görüntü Yönetmeni
Süre
77 dk
Tür
Ülke
Türkiye
Etiketler




Aynı adamı paylaşamayan iki genç kadınla, bir çetenin öyküsü.

Yönetmen Ekibi
Samim Utku (Yönetmen Yardımcısı)

Kemal İskender (Yönetmen Yardımcısı)
Kamera Ekibi
Mehmet Ali Özdemir (Kamera Asistanı)
Ses Ekibi
Marko Buduris (Ses Kayıt)
Müzik ekibi
Sevim Şengül (Şarkılar)
Firmalar
Er Film (Yapım)

Replikler :

‘Charade’ (1963) için yapılan ‘Latin Snowfall’ (Henry Mancini).
Sevişme sonrası sarmaş dolaş iki sevgili.
Mine; “Çok mesudum Selim. Hayret, nasıl bağlandım sana. Her gün seninleyim. Benim gibi bir kadın bir erkeğe bu kadar bağlansın.”
Selim; “...Sen de benim aklımı aldın. Seni görünce her şeyimi unuttum. Evimi, işimi bile.”
Mine; “…Şey, sana bir şey söyleyeceğim ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Bana biraz para verebilir misin?”
Selim; “Tabii. Ne kadar lazım?”
Mine; “15 bin lira. Biraz borçlarım var da.”
Selim; “Birkaç gün sonra olabilir mi? Bu ara elimde fazla nakit yok.”
Mine; “Ama Ferit senin çok zengin olduğunu söylemişti.”
Selim; “Ferit’in ne ilgisi var bu işle? Benim paramın miktarını Ferit benden daha mı iyi bilir? Yoksa bir şey mi var aranızda? Bense O’na kız kardeşimi vermeyi düşünüyordum.”
Mine; “O’na kız kardeşini mi vereceksin? Yazık olmaz mı kıza?”
Selim; “Neden yazık olacakmış? Söyle, söylesene.”
Mine; “Senden alacağım parayı O’nunla paylaşacağımı söylersem.”
Genç kadının zamanlaması yanlış. Böyle şeylerin yatağa girmeden isteneceğini öğrenememiş daha.
‘The Wizard of Oz’daki (1939) ‘Somewhere Over the Rainbow’ (Harold Arlen / Edgar Yipsel Harburg).
Savaş öncesinin melodisi ile 60’ların ümit dolu İstanbul’undayız. ‘Zehirli Hayat’ta (1967) İnci ve Doğan’ın ‘Aşk Diyarı’ dedikleri yer. Boğaz’ı gören karlı tepede bir genç kız sıkı sıkıya tuttuğu mektubu okuyor; “Buram buram sen kokuyor mektupların Nilgün’üm. Onları kokluyor, öpüyorum onları. Küçücük parmaklarının tuttuğu mektuplar yegâne tesellim. Mektuplarınla bana sen de geliyorsun. Sen de yaşıyorsun kalbimde. Seninleyim. Her an, her dakika senle doluyum. Geçen kuşlarla sana sevgiler gönderiyorum. Özledikçe her an daha büyüyen sevgiler Nilgün’üm. Seninleyim. Her an, her dakika senle doluyum. Geçen kuşlarla sana sevgiler gönderiyorum. Özledikçe, her an daha büyüyen sevgiler Nilgün’üm. Gene beraber olacağız. Artık hiç ayrılmayacağız.”
Orhan, Almanya’dan yazıyor bunları. “Oradasın biliyorum, seni tanıdığım yerde. O yolda, o ağaçların altında, beni beklediğin yerde. Gene bekliyorsun Nilgün’üm. Bekle geleceğim yakında, çok yakında. İkimiz için çalışıyorum. Gelecekteki mutlu günler için. Geçen her saniye daha da yakınlaştırıyor beni sana. Günleri sayıyorum sevgilim. Sana sarılacağım, seni göreceğim. Geleceğim yakında, çok yakında. İçimde hem senin hem de vatanımın hasreti var.”
Bu mektuplar, genç kıza ‘yaşama kuvveti’ ve ‘birbirine benzeyen sakin günlerine tatlı bir güneş ışığı’ oluyormuş. “Onları hep buluştuğumuz aynı yerde okuyorum. O zaman sanki sen de yanımdaymışsın gibi geliyor bana. Hayata devam etmemi istiyorsan yaz. Daima, daima yaz bana.”
Delikanlı “Heute Türkei brief kommt” diyecek kadar yabancı dil öğrenmiş. Ancak bu kez de ‘Meister’in Almancası bozulmuş; “Brief lesen fertige arbeit. Ein monat urlaub Türkei. Sie liebe Nilgün heiraten. Aber nicht denken, ja? Schnell arbeiten. Schnell, schnell.” Mektubu, işini bitirdikten sonra okumasını istiyor Ustabaşı. “Ein monat urlaub” demişti. Ama ‘bir aylık tatil’ değil ‘kesin dönüş’ yapacaktır kahramanımız.
Bir buçuk yılın ardından ‘biraz para ve arabayla’ geliyor. Bir de ortak bulursa tamirhane açacakmış.
Nilgün’ün abisi Selim Taşçı, ne yaptığını öğrenemeyeceğimiz bir işadamı. Zaten ‘işle pek ilgili değil’. Yetkilerini arkadaşı ve ortağı Ferit’e devretmiş. Banka, senet, temdit, ciranto, makine taksitlerinin ödenmesi, gümrük, kambiyo işlerini de. Bütün ‘faaliyeti’ arkadaşının getirdiği bayanlarla beraber olmak. Yatak dışındaki zamanı da Playboy benzeri dergilerle değerlendiriyor. Ne büyük hata yaptığını kısa sürede anlayacaktır. Kontrolü kaptırmış. Bir fare kapanında sanki. Clara Lucas Balfour’un dediği gibi; “Girmesi kolay, çıkması zor,”
‘From Russia With Love’daki (1963) ‘Gypsy Camp’ (John Barry). Şişli, Alemdar Sokağı, Gül Apartmanı, 4. katta ‘hoş bir garsoniyeri var’. İlk karşılaştığımızda bir bayanı yolcu etmekteydi. Fularını (ve yorganı) aceleyle düzeltip arkadaşının getireceği Şantöz Mine için hazırlık yapıyor. Tanışma ve ‘bu mutlu gün için kadeh kaldırma’ ile geçen birkaç saniye sonrasında yataktaydılar.
Ferit’in de gözü Nilgün’de. Defalarca reddedilse de Selim’den söz almış. ‘Müstakbel kayınbirader’ine kadın getirdikçe bu konuyu hatırlatıyor. Aldığı yanıt hep aynı; “Sen o işi olmuş bil.”
Mantovani’nin ‘Film Encores’ (1957) uzunçalarındaki ‘Summertime in Venice’ (1955) [Alesandro Icini (Alessandro Cicognini) / Carl Sigman]. Orhan’ın dönüşü ‘34 FS 150’ plakalı araba ve bu melodi ile. Almanlarla, hiç olmazsa plaka sistemimiz aynıymış(!). Yazdığı mektupta “Çarşamba saat ikide o kır kahvesinde olacağım” demişti. Ama sevdiğine kavuşması Bebek sırtlarındaki Aşk Diyarı’nda.
Daha önce, Selim evlenmelerine izin vermemiş. Kahramanımız ‘attan düşersen yeniden bin’ sözüne uyup şansını bir daha deneyecekmiş.
‘Goldfinger’daki (1964) ‘Gassing the Gangsters’ (0.30-0.45 arası) (John Barry) ve umutla gittiği yazıhaneden çıkışı süklüm püklüm ve ‘Summertime in Venice’ (1955) (Alessandro Icini) ile. ‘Birbirimizi seviyoruz; Şimdi durumum iyi; Param var; Nilgün’ü mesut edebilirim’ diye yırtınması yararsız. İşadamı gene razı değil. “Benim sana verilecek kardeşim yok. Bir defa daha reddetmiştim. Hâlâ akıllanmamışsın. Bu mevzuu kapatalım artık.”
Kovarken bir de nasihat verir. Kendisine uygun, fakir, mütevazı bir kız bulmalıymış.
Nilgün’e kalsa çoktan kaçacak ama delikanlı işin tatlılıkla olmasından yana.
Şirketi ortağın ‘emin’ ellerine bırakan Selim’in ilgi alanı bar-pavyon.
‘Du Rififi Chez Les Hommes’ (1955) (Georges Auric). Striptizci Sabrina’yı seyrediyor. (TRT1’in 90’lardaki gösteriminde bu sahne varken 2000’lerde yok).
‘Sen Aşk Nedir Bilmez Misin’i (1966) (Suat Sayın). Ardından Nihavent şarkıyı Sevim Şengül’ün sesiyle söyleyen Mine.
Bu ‘sanat tutkusu’ genellikle garsoniyerde sonuçlanıyor. Evde olduğu ender zamanlarda yaptığı şey kız kardeşini Ferit ile evlenmeye zorlamak. ‘Zeki, işbilir, genç, namuslu, mükemmel bir adam’mış. Sonrasında söylediği harika; “Üstelik de ortağım.” Konuşmanın sonlanışı çok demokratik; “Sabrımı tüketme. Beni kötü davranmaya mecbur edeceksin.” Orhan ‘budalasını’ da aklından çıkarmalıymış.
Ferit’in ‘işbilir’ olduğu doğru. Ama çok açgözlü. Ortaklık yetmemiş, Selim’in ‘sıfırı tüketmesi lazımmış’. Bu iş için Mine’yi kullanıyor. Abisi zor duruma düşünce Nil ayaklarına kapanacak, Ferit de O’nunla ‘lütfen evlenecekmiş’. Şantöz ise bu çirkin oyun nedeniyle pişmandı.
O günlerde şirket muhasebecisi Hüsnü, Ferit’in ‘hesaplarda yaptığı hileyi’ Selim’e anlatır. Yüz ifadesinden durumun kötüden de kötü olduğunu anlıyoruz.
Nilgün sevdiğine kaçmaya karar vermiş. Hizmetçi Fatma’yı bir bahaneyle evden uzaklaştırır. ‘Düğmeciye kadar gidip beş tane düğme bastırmasını istiyor’. (O zamanlar ‘düğmeci’ diye bir meslek ve ‘düğme bastırmak’ varmış). “Elveda güzel çocukluk günlerim. Elveda odam. Elveda eşyalarım. Beni affedin, unutmayın.” Bu romantik vedalaşma yarım kalır. Çünkü Ferit merdiven başında bekliyordu.
‘Thunderball’daki (1965) ‘Bond Below Disco Volante’ (John Barry) ve
‘Goldfinger’daki (1963) ‘Gassing the Gangsters’, ‘Teasing the Korean’, ‘The Arrival of the Bomb and Count Down’ (John Barry).
“Nereye böyle Nilgün Hanım? Yoksa kaçıyor musun” demesi; “Sen benimsin” diye saldırması; Arabasında bekleyen Orhan’ın olanları ‘hissikablelvuku’ sezip gelmesi ve kıyasıya dövüş bu müzik fırtınası ile. (Ferit’in 3 yumruk, bir tekmesine, 13 yumruk, bir tekme ve 2 judo darbesi ile yanıt veriyor).
Sonrası çok hızlı. Ferit ortağının garsoniyerine gider. (Bu sırada ‘müstakbel kayınbiraderi’ ve Mine yataktaki işlerini bitirmiş giyiniyorlardı). Orhan’ı şikâyet eder ama beklemediği bir karşılık alır. ‘Kendisine kazık atan, parasını çalan, işini elinden almaya kalkan, kız kardeşini iğrenç planlarına alet eden birine’ inanmıyormuş artık Selim. Süründürecekmiş. Nilgün’ü de Orhan’a verecekmiş. (Sanki malını verir gibi).
‘Goldfinger’daki (1964) ‘Dawn Raid On Fort Knox’ (John Barry). ‘Kazdığı kuyuya düşen’ Ferit mahvolduğunu anlamış. Af ve son bir şans için yalvarıp yakarması sonuçsuz kalınca Selim’e üç el ateş eder.
İlk kurşun ‘Goldfinger’daki (1964) ‘Gassing the Gangsters’ (John Barry); Diğer ikisi ‘Hatari!’deki (1962) ‘The Sounds of Hatari’ (ilk 10 saniye) (Henry Mancini) ile.
Bütün bunlar olup bittikten sonra Orhan da oraya gelir. Şaşkınlıkla, Ferit’in bıraktığı tabanca dâhil her şeyde parmak izi bırakıyor. Tahmin edileceği gibi cinayet suçlamasıyla tutuklanır.
‘From Russia With Love’daki (1963) ‘Meeting in St. Sophia’ (John Barry). Mahkemede “Katil değilim ben. Ben öldürmedim. Yemin ederim ki masumum ben. Masumum” diye bağırıyordu. Olay gazetelere ‘Gül Palas Cinayeti’ olarak geçmiş.
‘Summertime in Venice’ (1955) (Alesandro Icini). Nil, görüş günü, “İyi bir avukat tuttum. Göreceksin kurtaracak seni” diyor. Ancak mahkeme sahnelerinde ‘iyi’si bir yana avukat bile yok. Acaba VI. Henry’deki (1591) (William Shakespeare) Dick’in isteğine uygun olarak tüm avukatlar öldürülmüş olabilir mi; “The first thing we do, let’s kill all the lawyers.”
‘Hyperprism’ (1923) (Edgar Varese). Gazeteler ‘Gül Palas Cinayeti’ haberleri ile dolu.
Sevdiği erkeğin ölümü ve masum bir insanın idamla yargılanması Mine’yi çok üzmüş. “Gördüm, sevgilimin ölüşünü gördüm. Gözlerime bakan gözlerinin söndüğünü gördüm.” Polise gidip her şeyi anlatacakken Ferit’in bıçağı sırtına saplanır. Ama karakola gidecek kadar yaşıyor.
‘Goldfinger’daki (1964) ‘Teasing the Korean’ (John Barry) ve ‘Cleopatra’daki (1963) ‘Main Title’ (Alex North). Komiser Mehmet Gerçek’e olanları anlatışı ve ölüşü bu melodilerle.
Ferit son bir çılgınlık yaparak Nilgün’ü kaçırır. Ama parası yok. ‘İşler çok çabuk gelişince bankadan para çekememiş’. Genç kız bir cinlik yapıp ‘Abisinin çekmecesindeki 60 bin liranın bankaya hâlâ yatırılmadığını söyler’ (birisi ‘çekememiş’ diğeri ‘yatıramamış’). Ferit’in isteği ile Fatma Hanım’a, parayı Levent’teki Villa San’a getirmesi için telefon eder. Böylelikle yerini bildirir.
Bunlardan habersiz olan Orhan, yargılanma sırasında ‘koridorun sonundaki pencereden atlayıp kaçıyor’. [Ağır Ceza Mahkemesi çekimleri 11 Aralık 1969 Pazar günü yapılmış. Aynı pencereden ‘Yiğit Yaralı Olur’da (1966) Yusuf-Yılmaz Güney de atlamıştı].
Fatma’dan sevgilisinin yerini öğrenince fırtına gibiydi.
‘Golfinger’daki (1964) ‘The Laser Beam’ (John Barry). Ferit’in, o zor durumda yaptıklarını anlamak zor. “İçim gidiyor sana. Başıma getirmedik bela bırakmadın. Ne olurdu biraz sevseydin. Orhan iti uğruna hepimizi yaktın. Bütün hayatım kaydı benim. Boşuna olmasın bari” diyerek genç kıza saldırıyor. Başına gelecekleri bile bile. Bu sahne ‘A Murder of Crows’daki (1998) Lawson Russell-Cuba Gooding Jr.’ın “When you are guilty you expect the worst” sözlerini anımsattı. ‘Suçluysanız en kötüsüne hazır olun’.
‘Goldfinger’daki (1964) ‘The Arrival of the Bomb and Count Down’ (John Barry). Bomba değil ama daha beter kızgınlıktaki Orhan geliyor. Ferit’i iki posta döver. İlkinde 7 yumruk bir tekme; İkincisinde 4 tekme 2 judo darbesi vurur. Çeteden Hasan’ın payına da 10 yumruk 3 kafa düşmüş. Kahramanımız bu arada omzundan hafifçe yaralanır.
Emniyet görevlileri Hüseyin Güler ve Zeki Sezer tarafından götürülen ‘kötü adam’ öylesine kızgın ki giderken âşıklara tükürüyor.
‘Love is a Many-Splendored Thing’ (1955) (Sammy Fain / Paul Francis Weber). İki sevgili gönüllerince öpüşebilirler artık.
Orhan; “İlk işimiz Mine’nin (Selim’i unuttu) mezarına gitmek olacak. Yaramı sonra sararsın. Sarmasan da olur. Senin elin değince ne acısı kalır ne kanı.”
‘Cleopatra’daki (1963) “Main Title/Entr’acte (Caesar and Cleopatra)” (Alex North).
‘Rahmetli’ Selim’in resmi ile konuşuyor; “Çok, çok bedbahtım Abiciğim. Seni Orhan öldürmedi değil mi? O katil olamaz. Bana gerçeği anlatabilsen. Her şeyi söyleyebilsen. Seni kaybettim bari Orhan’ı kurtarabilsem. Ama yoksun artık. Çok yalnızım Abi. Ümitlerim de birer birer kırılıyor. Gücüm tükeniyor. Sesimi duy. Ne olur yardımcı ol bana. Ferit’ten kurtar beni.”
Oysa ‘Abiciği’ sağlığında, Ferit’le evlenmesi için neredeyse dövecekti genç kızı.


Hiç yorum yok: