20 Mayıs 2013

SON MEKTUP (69)


Son Mektup
HUNP :6,9

Vizyon Tarihi : 1969

Hunp : 6,9

Oyuncular :
Filiz Akın Filiz Akın Selma
Ediz Hun Ediz Hun Orhan
Yusuf Sezgin Yusuf Sezgin Murat
Şaziye Moral Şaziye Moral Orhan'ın Annesi
Nubar Terziyan Nubar Terziyan Asım
Aynur Aydan Aynur Aydan
Gülten Ceylan Gülten Ceylan Ayşe
Mahmure Handan Mahmure Handan Selma'nın Annesi
Muammer Gözalan Muammer Gözalan Doktor
Abdurrahman Palay Abdurrahman Palay Ediz Hun Seslendirmesi
Adalet Cimcoz Adalet Cimcoz Filiz Akın Seslendirmesi
Esen Günay Esen Günay Yusuf Sezgin Seslendirmesi

Yönetmen
Senaryo
Yapımcı
Görüntü Yönetmeni
Süre
86 dk
Tür
Özellikler
Ülke
Türkiye
Etiketler




Hammond org ile ‘Laura’ (1945) (David Raksin / Johnny Mercer).
Tütüncülerin oğlu Ahmet’in partisinde dans ediyorlar. Silvana Panpani konuklar arasında.
Murat; “Sizin de mi bir üzüntünüz var?”
Selma; “Yoo, hayır! Niçin?”
Murat; “Bilmem! İki saattir ne konuştunuz ne de güldünüz. Belki de hep böylesiniz.”
Selma; “Hep.”
Murat; “Kötü! Sizin gibi genç ve güzel bir kız için şaşılacak şey. Tam hayatınızı yaşayacak çağdasınız.”
Selma; “(Murat’ta Orhan’ı görerek) Tuhaf!”
Murat; “Nedir tuhaf olan? Söylediklerim mi?”
Selma; “Hayır. Andırıyorsunuz.”
Murat; “Kimi? Birisini mi?”
Selma; “Hiç, hiçbir şey sormayın bana.”
Bestecisinin söylediği ‘Son Mektup’ (1968) (Yıldırım Gürses); “Biliyorum ayıracak//Bu son mektup ikimizi//Bu son mektup koparacak//Yıllar süren sevgimizi.”
Çocuklar gibi ko şup eğlenen iki sevgili. Selma ve Orhan. Evlilik hayalleri kuruyorlar. [Filiz Akın, asırlık çınarın ordaki pardösüyü ‘Ölümden Beter’de (1965); Belgrat Ormanı’nda, çeşmeden su içerkenki dört düğmeli kısa paltoyu ‘Lekeli Melek’te (1969) kullanmıştı. Bu çeşmeyi ‘Mazideki Yıllarım/Yaralı Kuş’dan (1967) anımsıyoruz.] “Sen zenginsin, tahsillisin, görgülüsün. Ben değilim. Sonra pişman olma” diye tutturan Selma’yı ‘zor razı etmiş’ delikanlı.
Orhan; “Çocuk gibisin. Sevinmeni istiyorum, ağlıyorsun.”
Selma; “Bunlar sevinç gözyaşları Orhan. Mutluluğumun yaşları.”
Genç kız ‘bir melek’. Güzel iyi kalpli. Puro-Fay Fabrikası’nın muhasebesinde çalışıyor. Annesi Mahmure Handan’dan başka kimsesi yok. ‘Suçsuz Firari’ de (1966) Kenanların olan evde kalıyorlar. Anacığı biricik kızını ‘ak sütüyle büyütmüş’. Bin bir zahmetle bu yaşa getirmiş. ‘Yanılacak, ziyan olacak’ diye ne korkulu günler geçirmiş.
Orhan, 30 yaşında. Zengin bir ailenin çocuğu. Babası iki sene önce ölmüş. Anne Şaziye Moral ve dayı-Nubar Terziyan ile Erenköy’deki köşklerinde oturuyorlar. [Burasını ve gösterişli çay takımlarını ‘Kader Böyle İstedi’ (1968) filminde görmüştük]. Daha önce bazı geçici gönül maceraları yaşamış. Annesi de “Mürüvvetini görmeliyim, torun sevmeliyim artık” diyerek ahbaplarının kızlarını anlatıp resimlerini gösterirmiş hep. İstediği nihayet gerçekleşiyor. Sevdiği kızı ailesi ile tanıştıracak sonra da kardeşine ‘nişanda bulunması için’ telgraf çekecekmiş. Senaryo gereği Avrupa’daki Murat’tan genç kıza söz edilmiyor.
Radyoda ‘Un Homme et Une Femme’ (1966) (Francis Lai). O gün ‘saat üçte sahil yolunda buluşacaklardı’. İkisi de mutlu ve umutlu. Delikanlı ‘Kardeş Kavgası’nda (1967) gördüğümüz Zümrüt Kuyumcu’dan nişan yüzüğünü almış [‘Bar Kızı’ (1966), ‘Affet Sevgilim’ (1966), ‘İlk Aşkım’ (1967), ‘Hicran Gecesi’ (1968), ‘Aşkım Günahımdır’ (1968), ‘Ömrümün Tek Gecesi’ (1968), ‘Sabah Yıldızı’ (1968); ‘Urfa İstanbul’ (1968) filmlerindeki ve Ediz Hun’a ait] ‘34 EH 029’ plakalı Chevrolet-Corvair ile gidiyor. Yola aniden çıkan bir çocuğu ezmemek için direksiyonu sola kırınca (filmde belli değil ama 20 Temmuz 1969 tarihli 7 Gün dergisindeki fotoromanda) bir direğe çarpar.
‘The Good the Bad and the Ugly’deki (1969) ‘The Desert/Il Deserto’ (Ennio Morricone). Muammer Gözalan tarafından ameliyat edilir. Yaşayacak ama yürüyemeyecekmiş. Fizik ve haftada iki gün elektrik tedavileri gerektiğini söylüyor Doktor ama ‘hiç ümit yok gibi’.
Delikanlı ‘bir ömür boyu ayağa kalkamayacağını’ anlamış. “Başıma geleni kimse bilmeyecek. Hiç kimseyle görüşmeyeceğim” diyor. Yarım bir adam olarak görünmeye tahammül edemezmiş. Kim ararsa “Yok! Avrupa’ya gitti. Belki daha uzağa” diyeceklermiş.
Çocukluğunun, gençliğinin en güzel, canlı, hülyalı günlerinin geçtiği bu evde de oturmak istemiyor artık. Birkaç hafta sonra ‘Aşka Tövbe’de (1968) Mübinlerin olan köşke taşınırlar. Ancak yine mutlu değil. “Yeni evimizi beğendin mi oğlum” diyen annesini tersleyecektir; “Yeni hapishaneni desen daha iyi olur.” Sonrasında en yakını bir hatıra defteriydi. ‘Yarım kalan aşkını’ yazdığı sayfalar.
Selma da şaşkın bir halde. O buluşma gününden beri delikanlıdan haber yok. Telefonla ulaşamamış. İş arkadaşı Ayşe, evlerine gitmesini söylüyor; “Telefonla olmaz ki bu iş. Yüz yüzden utanır. Senden niçin kaçtığını, birden bire niçin ortadan kaybolduğunu öğrenirsin. Ya birleşirsiniz ya da kesin bir şekilde ayrılırsınız. Sen de O’nu unutur hayatını yeniden yaşamaya başlarsın. Sen gitmezsen ben gideceğim haberin olsun.” [Filiz Akın’ın bu sahnedeki kazağı ‘Lekeli Melek’te (1969) “Seni ben büyüttüm, ben bu yaşa getirdi” diyen babası Rıza’yı dinlerken üzerindeydi].
Ancak Orhan kapıya kadar gelen sevgilisinin karşısına çıkamaz. Bunun yerine, gözyaşları içinde yazdığı bir veda mektubu gönderir; “Söylediklerinin hepsi doğruymuş. Aramızdaki seviye farkı bizi daima ayıracaktı. Sonra kavgalar, kırgınlıklar başlayacaktı aramızda. İlkimiz de bedbaht olacaktık. Çünkü, bunu yazdığım için beni affet, seni sevmediğimi anladım. Seni sadece arzu ettiğimi, sadece hoşlandığımı anladım. Ve son dakikada bu manasız evlilikten vazgeçerek bir felaketi önledim. Bu apansız ayrılığı duymak şüphesiz üzecek seni. Benden belki de nefret edeceksin. Ama bu kararı senin iyiliğin için verdim. Bir gün pişman olacaktın evlendiğine. Ve bunun acısını benden çok sen çekecektin. İkimiz de ayrı ayrı eminim ki daha çok mesut olacağız. Sana layık biriyle yuva kurmanı diliyorum. Yakında evleniyorum. Mesut olmamı istersin herhalde. Ben de sana saadetler dilerim.”
Bir sayfalık mektup Selma’nın elinde yarım sayfa olmuştu. Sonrasında Orhan’ın resmini yırtıyor genç kız. Ama dans ederken çekileni saklamış. Bu ilerde sorun olacaktır. [Filiz Akın bu sahnedeki yeleği ‘Lekeli Melek’te (1969) Suat-Cüneyt Arkın’a “Babamla kız kardeşim var, Efendim” derken giyiyordu]. ‘En büyük acılara katlandığı’ dönemde Ayşe’nin ve annesinin yardımını görür. Arkadaşı “Yanıp yıkılmakla ne ölen geri döner ne de giden… Zaman, bu yaşlarda her felaketi unutturur bize”; Mahmure Handan da “Ölümlü dünya! Kahretmeye değer mi hiç” diyor. Yeniden ümit edebilir, yeniden sevinip gülebilirmiş.
O günlerde Murat yurt dışından gelir. Annesi söylediğinde hırçınlaştığı şeyi bu kez Orhan söylüyor kardeşine; “Yoo, mühim bir şey değil. Yakında yürüyeceğim.” (Oysa 27 Temmuz 1969 tarihli 7 Gün’de “Ağabeyin artık hiç yürüyemeyecek” diyecektir).
Delikanlı, Orhan’ı rahatlatmak için yırtınıyor. Bir gece ‘The Longest Day’ filmini (1962) oynatır. Her akşam bir tane getirecekmiş. Neşeli bir anıydı herhalde, Abisi “Yalnız bedava değil bundan sonra. Duhuliye 5 lira” diye şaka bile yapıyor. Bir başka gece, plakçının önünden geçerken beğenip aldığı plağı dinletir. Bu sahnede ufak bir hata var. Duyduğumuz şarkı; ‘Bu Sana Son Mektubum’ (1968) (Suat Sayın). Ancak pikaptakini Johnny Halliday söylüyor; ‘Johnny Lui Dit Adieu’ (1965) (Joy Byers / Ralph Bernet).
Murat ve Selma, Tütüncülerin Ahmet’in partisinde tanışırlar. Delikanlı abisinin, genç kız da arkadaşlarının ısrarıyla katılmışlardı o geceki eğlenceye. Kaçamak bakışlar ve yine arkadaş zoruyla yapılan dans. Evde ‘âşık olduğunu’ anlatıyor abisine. ‘Hem de yıldırım hızıyla’. “Garip, mahzun, esrarlı bir hali vardı. İçki de içmiyordu… Çok, çok güzel ama sessiz, içine kapanık bir kız… Dünyaya bir tülün arkasından bakar gibiydi.” Orhan’ın deyimiyle ‘şair olacak kadar tesirinde kalmış’.
‘Ne Me Quitte Pas’ (1959) (Jacques Brel). Bir iş çıkışı yolunu bekler genç kızın. Arabasıyla deniz kenarına giderler. Görmek, konuşmak, arkadaş olmak istemiş. Gerçi Selma’nın ‘ne böyle bir arzusu ne de erkek arkadaşa ihtiyacı var’ ama delikanlı peşini bırakmıyor.
Ayşe’nin aracılığıyla tekrar buluşmak ister Murat. “Benim yerime sen git Ayşeciğim” diye dirense de sonunda razı olur Selma. [Filiz Akın bu sahnedeki kazağı ‘Lekeli Melek’in (1969) ilk sahnelerinde ‘daktilo talim ederken’ giyiyordu].
Filmin başındaki çayevi. “Böyle bir şey başıma ilk defa geliyor… Nedir benim bu halim? Niçin böyle oldum” diye açılıyor genç kıza. Sonrasında beklenen teklif gelir; “Seni seviyorum. Evlenmek istiyorum. Ne olur ‘evet’ de bana.”
Bu ‘yangından mal kaçırır gibi’ evlilik kararı iki aile için bir ‘sürpriz’. Hiç akıllarında yoktu. Pek ani, pek birdenbire olmuş. ‘Hayırlısı artık’. Asım Bey, kız isteme sırasında “Böyle evlenenler çok defa daha bahtiyar olurlar” diyor. ‘Mümkünse nişanı, nikâhı bir arada yapacaklarmış’.
Kardeşi evlenecek diye Orhan çok mutluydu. ‘İçinde, aylar sonra ilk defa yaşama sevinci duyuyormuş’. Uzun süredir yapmadığı bir şeyi yapıp ‘düğünde insanların arasına çıkacağını’ söylüyordu. Ancak çıkamaz.
‘La Cumparsita’lı (1916) (Gerardo Matos Rodriguez) törende (davetliler arasında Aynur Aydan, Ünsal Emre ve Faruk Çimen de var) gelin adayının Selma olduğunu anlayınca odasına kapanır tekrar. Yine o çaresiz kaçış. İşin hoş yanı o ana dek birbirlerinin adlarını bile sormamışlardı Murat’a.
Yeni evliler balayı için Uludağ’a gidiyorlar [Filiz Akın, Yeşilköy sahnesindeki kürklü mantoyu ‘Karlı Dağdaki Ateş’te (1969) Yusuf-Ayhan Işık’a “Yürüyüşe çıkmıştım. Tesadüfen gelmişim” derken giyiyordu].
Oradan erken dönmeleri Orhan’ın “Geldikleri zaman ben gitmiş olmalıyım” planını yarım bırakır. [Bu sahnedeki pardösü ‘Yıkılan Yuva’da (1967) Turgut-Süleyman Turan’a “İnan böylesi hepimiz için daha hayırlısı” derken üzerindeydi Filiz Akın’ın].
Her seyredişte içimize işleyen konuşmaları.
Selma; “Murat’ın abisi sendin demek... Çok bayağı bir insanmışsın. Yeminlerini verdiğin sözleri nasıl unuttun? Neden kaçtın? Niçin bıraktın beni? Susma cevap ver. İstersen mektubunda unuttuğun hakaretlerini tamamlayabilirsin… Fakir bir kızım diye terk etmiştin beni. Ben fakirdim ama seni çok sevdim. Şimdi nefret ediyorum. Murat’la evlenişim bilmeyerek elime geçen bir şansmış. Ufacık da olsa bir intikam alabilmişim senden.”
Orhan; “Selma, sus, yalvarırım sus. Seni, ben de hep sevdim. Ama kötü kaderime, birden sönen bahtıma ortak etmek istemedim seni.”
Selma; “Yalancı!”
Orhan; “Keşke yalan olsaydı. (Koltuktan ayağa kalkmak isterken yere düşer) İşte gördün. Bunun için kaçtım senden. Ömrün, kötürüm, yarım bir adamla geçmesin diye terk ettim seni.”
Selma; “Niçin, niçin? Razıydım, seninle her şeye razıydım.”
Orhan; “Bunu bildiğim için kaçtım. Sevginden istifade edip seni ziyan etmeye hakkım yoktu. Bu halimi görmemen, öğrenmemen için ne mümkünse yaptım. Yapmaya da hazırdım. Yazık ki kader bir daha vurdu beni. Benim için Murat’ın karısı Selma, başka bir Selma’sın artık. Bütün olanları unutacaksın.”
Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi davransalar da iç dünyaları bambaşka. Orhan hatıra defterine ‘tek başıma çile çekerek yaşadığı günleri aradığını’ yazıyor. Selma’nın da ‘açıkça ıstırap çekmeye, ağlamaya bile hakkı yok’.
Murat ise bu değişikliğe alışmaya çalışıyor. Haftalar sonra karısının bir bebek beklediği anlaşılır. Delikanlı çok mutlu. Oğlu olursa ‘sporcu yetiştirecek, babasının adını koyacakmış’. [Filiz Akın, üzerindeki sabahlığı ‘Aşkım Günahımdır’da (1968) “O öpüşle kalbimi, aklımı, canımı almış meğer” derken giyiyordu].
Fausto Papetti’nin ‘1a Raccolta’ albümündeki (1960) ‘Scandalo Al Sole-A Summer Place’ (1959) (Max Steiner). Evde dans ederlerken sancısı tutar. Hastaneye kaldırılır. [Filiz Akın bu sabahlığı ‘Benim De Kalbim Var’da (1968) Necdet-Feridun Çölgeçen’e “Birkaç gün daha kalsın bakalım” derken giyiyordu].
Gecelik ve terlik gerekmiş. Eve, bunları almaya gelen Murat çekmecelerin birinde karısının Orhan’la dans ederken çekilmiş resmini bulur. Bir tokatla hesap sorduğu Abisinin her şeyi anlatmasıyla gözyaşları içinde kucaklaşıyorlar; “Bu kaderin bir laneti bize. Önce tek başıma çırpındım… Sonra da Selma benim ıstırabımdan beterini çekerek sana hiçbir şey belli etmedi. Senin öz çocuğunun annesidir. Sana yalvarıyorum hastaneye, karının yanına git.”
Kucaklarında bebekleri eve döndüklerinde Orhan’ın iskemlesinde bir veda mektubu, bir Son Mektup vardı; “Sizler bu mektubu aldığınız zaman yanınızdan uzaklaşmış olacağım.”
Bebeklerinin cinsiyeti söylenmiyor. Ama erkekse, ilk kararından vazgeçip Abisinin ismini vermiştir belki Murat.
‘İntikam Uğruna’daki (1966) Boğaz’a bakan çay bahçesindeler. Çayların şekerini delikanlı karıştırıyor.
Selma; “Bu rüyayı ömrümün sonuna kadar görmek isterdim ama imkânsız. Biliyorum, bir gün uyanacağım. Bir daha da görmeyeceğim bu rüyayı. Acı çekeceğim.”
Orhan; “Niçin uyanacaksın, neden acı çekeceksin?”
Selma; “Başka bir muhitin, başka bir dünyanın insanısın Orhan. Zenginsin, yokluk nedir bilmeden büyümüşsün. Her isteğinin yapılmasına alışmışsın. Ama ben...”
Orhan; “Ama sen?”
Selma; “Ben fakirim. Çalışıyor hem kendime hem anneme bakıyorum. Aramızda para farkı var, görgü farkı var.”
Orhan; “Böyle olunca da birleşmemize imkân yok, ayrılmalıyız öyle mi?”
Selma; “Öyle!”
Orhan; “Bütün bunlar sevişmemize mani olmadı da ayrılmamıza mı sebep olacak?”
Selma; “Olmayacak mı?”
Orhan; “Hiçbir zaman. Seni her gün daha çok seveceğim, mesut edeceğim (Abdurrahman Palay’ın sesledirmesiyle ‘sevicim, mesut edicim’).
Selma; “İlk ateş söner Orhan. Bir gün bu heyecan kalmayabilir kalbinde. Sonra üzüntüler başlar. Kırgınlıklar, ne bileyim kavgalar.”
Orhan; “Aşkımız sence mademki güzel bir rüyadır, bu rüyayı ömrümüzün sonuna kadar beraberce göreceğiz.”
‘Para farkı, görgü farkı’ değil ama o an akıllarına bile gelmeyen bir trafik kazası ‘apansız ayrılmalarına sebep olmuştu’.
(Yazan: Murat Çelenligil)   


Yapım Ekibi
Memduh Karakaş (Yapım Koordinatörü)

Yılmaz Çiçek (Yapım Sorumlusu)

Feyzi Barlas (Yapım Sorumlusu)

Necati Şimşek (Yapım Sorumlusu)
Yönetmen Ekibi
Mehmet Bozkuş (Teknik Yönetmen)

Erkan Işıklar (Yönetmen Yardımcısı)
Kamera Ekibi
Hüseyin Karındoyuran (Kamera Asistanı)
Işık Ekibi
Mehmet Çakar (Işık Şefi)

Şevket Yılmaz (Işık Şefi)
Ses Ekibi
Tuncer Aydınoğlu (Ses Kayıt)
Firmalar

Acar Film (Film Hazırlık Stüdyosu)

Erler Film (Yapım)


Hiç yorum yok: