HUNP: 7,9 Follow @filmnostalgi Tweet |
Ölmeyen
Aşk
Vizyon Tarihi : 1966
Hunp : 7,9
Orijinal Dil : Türkçe
Orijinal Dil : Türkçe
Oyuncular :
|
Kartal Tibet | Ali |
|
Nilüfer Koçyiğit | Yıldız |
|
Tanju Gürsu | Ethem |
|
Pervin Par | Mine |
|
Önder Somer | Lütfü |
|
Nevin Nuray | Ethem'in Karısı |
|
Danyal Topatan | Yusuf Dayı |
|
Güzin Özipek | Yadigar Kalfa |
|
Hakkı Kıvanç | Kumarbaz |
|
Talia Saltı | |
|
Nermin Özses | |
|
Mehmet Büyükgüngör | |
|
Hayri Esen | K.Tibet Seslendirmesi |
|
Jeyan Mahfi Tözüm | N.Koçyiğit Seslendirmesi |
|
Sadettin Erbil | T.Gürsu Seslendirmesi |
|
Cüneyt Türel | Ö.Somer Seslendirmesi |
|
Nedret Güvenç | P.Par Seslendirmesi |
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Süre
|
85 dk
|
Tür
|
|
Özellikler
|
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
Bir
sevgi-nefret ilişkisi anlatılır. Ethem, kız kardeşi Yıldız ve köşke evlâtlık
olarak alınan Ali aynı evde büyümüşlerdir. Bu süre içerisinde Yıldız ile Ali
birbirlerine âşık olur. Babalarının ölümüyle Ethem, Yıldız ve Ali yalnız
kalır. Bunu fırsat bilen Ethem, yıllardır nefret ettiği Ali’yi evden
kovar. Bu olay ile daha da hassaslaşan Ali, Yıldız’ın kendisine söylediği
sözleri yanlış anlayarak ondan ayrılır. Aradan geçen yılların ardından Ali
zengin biri olarak köşke döner. Yıllardır içinde biriken kin ve intikam hırsı
onu tanınmaz hâle getirmiştir. Köşkte büyük bir yüzleşme
gerçekleşecektir. (Ayşe Pay)
Replikler :
‘Uğultulu Tepeler’deki (1847) Catherine ve ‘Ölmeyen Aşk’taki (1966) Yıldız’ın birbirini tamamlayan konuşmaları.. Catherine ; “Onu (Heathcliff), güzel olduğu için değil, benden de fazla ben olduğu için seviyorum. İkimizin ruhları, her ne ise, aynı şeyden oluşmuş.. Ben Heathcliff’im. [Gustave Flaubert de, “Madame Bovary (1856) benim” diyecektir.] Dünyadaki her şey yok olup bir tek o kalsaydı, ben yine var olmaya devam ederdim. Bir tek onun yokluğu, beni tüm evrene yabancılaştırırdı.” Yıldız ; “En büyük aşklar bile, bazen, çok küçük engelleri aşamıyor. Tükenmez sevgilerin önünde bile geçilmez uçurumlar var.”
O gün toprağa verilen Muharrem Solmaz’ın ağaçlar içindeki köşkü.. Yadigâr Bacı’nın bir zamanlar 20 kişilik sofralar hazırladığı bu eve şimdi üç kişi (Ethem, kız kardeşi Yıldız ve köşke evlatlık olarak alınmış Ali) fazla geliyor. Evin içkici oğlu Ethem, babasının ölümünü fırsat bilerek, Ali’ye yıllardır biriktirdiği kinini kusuyor ; “Senin artık bu masada yerin yok. Babamın sağlığında bu çanakları çok yaladın. Bu sofra benim artık. Yıllarca seni karşımda görmekten bıktım.. Babam çok yüz verdi sana. Sen de, kendini gerçekten bizim kardeşimiz sandın. Ama ben bir an bile senin yanaşma Hamza’nın oğlu olduğunu unutmadım. Sen efendi sınıfından değilsin. Senin ait olduğun yığına ayak takımı derler.. Çık git buradan, kendi kulübene, babanın senelerce atlarımızın pisliğini temizlediği ahıra git. Bizim sınırsız topraklarımız içindeki, yanaşma babandan sana kalmış, o bir avuç toprak, her Allah’ın günü sana kendi kişiliğini hatırlatacaktır.” Bey kızı Yıldız ve ‘köşke evlatlık olarak alınmış bir yanaşma çocuğu’ Ali.. Birbirlerini o kadar çok seviyorlar ki, beraberlikleri ve mutlulukları önündeki en büyük engel yine sevgilerinin büyüklüğü oluyor. Bir sahnede, Köşkün kâhyası Yusuf Dayı delikanlıya “Sen sevdiğin kızı iyi tanımamışsın. O da, en aşağı senin kadar inatçı. Elimde büyüdünüz. Ben sizi tanımaz mıyım? Resim gibi birbirinize benzersiniz. Bu inatlaşmanın sonu fena olacak” demişti. Ufacık bir hatanın ardından 7 yıl ayrı kalır ve bambaşka yerlere sürüklenirler. Ethem’in küçük düşürücü sözlerinden sonra, Ali köşkü terk edip ‘kulübesine’ gelir. Denize taş attığı sahnede, Yıldız’a abisi ile ilgili olarak şunları söylüyor ; “Yerimi gösterdi bana. Gözümdeki bir perdeyi çekti kaldırdı.” Köşkle kulübe arasında bir seçim yapmasını istediği Yıldız karar vermekte duraksayınca öfkesine kin de karışır. Zedelenen gururu ve inadı ona şunları söyletiyor “Doğru, sen kulübeye gelmezsin. Düşünemedim bunu. Orada koskocaman ev dururken ne diye burada yaşayasın. Burası benim yerim. Büyük evde de sen oturursun. Nasıl anlayamadım bu değişmez kanunu.” Solmazların köşklerine yakın bir yerde, en az onlar kadar varsıl olan (Yıldız ve Ali’ye tutkun) Lütfü Ersoy’la kız kardeşi Mine yaşıyor. Onların sevgileri fırtınalı değil, aksine sakin, çok sakin bir deniz gibi. İçinde kin yok, aşırı gurur yok. Mine, başka bir konu konuşulurken Ali’ye olan duygularını yansıtan şu sözleri söylüyor ; “Ben beklemesini bilirim.” Lütfü.. “Güzel elbiseli, mis kokulu bey.” Yıldız’la evlenmek istemesi Ali’yi çılgına çevirir. Ethem’in aşağılaması ve sevdiği kızın ‘kulübeye gelmemesi’
ile zaten incinmişken bir de bu.. Genç kıza, o kızgınlıkla, Lütfü ile evlenmesi için bağırıp çağırır.
Yusuf Dayı’nın Ali’ye (“..İkinize de yazık olacak.. Nerdeyse nikâh masasına oturacaklar. Yapma gözüm, yapma yiğidim. Kır inadını, git getir şu kızı buraya”), Yadigâr Bacı’nın Yıldız’a (“Bekleme onu, sen git. Vazgeç şu yenilmez inadından. Sonra kıyamete kadar yanarız”) yalvarmaları bir işe yaramaz. Fausto Papetti’den ‘Un Premier Amour’ (1962) (Vice / Roland) melodisini dinlediğimiz sahnede Yıldız, nikâh memurunun sorusunu “Evet” diye yanıtlar. Sonrasında, çılgın gibi bağırarak uzaklaşan Ali’yi görürüz ; “Tekrar geleceğim, tekrar geleceğim, tekrar geleceğim.” 7 yıl sonra.. “Kürekle harcasan tükenmez” bir servetin sahibi olarak geri döner. (Romandaki Heathcliff’in aynı ölçüde varsıl olması için 3 yıl yetmişti. Demek oralarda bu işler daha kolay.) Ersoy ve Solmaz ailelerine yapmadığını bırakmaz. Sırf Yıldız’ı üzmek için Mine ile evlenir. “Seni Seviyorum.”.. Bunları, Yıldız’a, hiç olmazsa ölümünden sonra olsun bir kerecik söyleyebilseydi. Filmin sonuna doğru, Yıldız’ın yanında, çocukça bir gülümsemeyle denize taş attığı sahne ne kadar güzel.
Yıldız ; “Küçükken bu kulübeyi ne çok severdim.. İkimize de yazık oldu.. Ben, senin gelip, beni gelin elbisemle alıp buraya getirmeni bekledim. ‘Kulübeye gelmem’ sözü aramızda aşılmaz bir engel oldu. Sen yanımda oldukça değil böyle bir kulübede, bir harabede bile mutlu olurdum..” Ali ; “Bütün kötülüklere kulübe ile köşk arasındaki ayrılıklar sebep oldu. Bu kulübeyi ne kadar çok seviyorsam, köşkten de o kadar çok nefret ediyorum.” (Yazan : Murat Çelenligil)
Emily Bronte'nin "rüzgarlı bayır" isimli romanından uyarlama. ‘Uğultulu Tepeler’deki (1847) Catherine ve ‘Ölmeyen Aşk’taki (1966) Yıldız’ın birbirini tamamlayan konuşmaları.. Catherine ; “Onu (Heathcliff), güzel olduğu için değil, benden de fazla ben olduğu için seviyorum. İkimizin ruhları, her ne ise, aynı şeyden oluşmuş.. Ben Heathcliff’im. [Gustave Flaubert de, “Madame Bovary (1856) benim” diyecektir.] Dünyadaki her şey yok olup bir tek o kalsaydı, ben yine var olmaya devam ederdim. Bir tek onun yokluğu, beni tüm evrene yabancılaştırırdı.” Yıldız ; “En büyük aşklar bile, bazen, çok küçük engelleri aşamıyor. Tükenmez sevgilerin önünde bile geçilmez uçurumlar var.”
O gün toprağa verilen Muharrem Solmaz’ın ağaçlar içindeki köşkü.. Yadigâr Bacı’nın bir zamanlar 20 kişilik sofralar hazırladığı bu eve şimdi üç kişi (Ethem, kız kardeşi Yıldız ve köşke evlatlık olarak alınmış Ali) fazla geliyor. Evin içkici oğlu Ethem, babasının ölümünü fırsat bilerek, Ali’ye yıllardır biriktirdiği kinini kusuyor ; “Senin artık bu masada yerin yok. Babamın sağlığında bu çanakları çok yaladın. Bu sofra benim artık. Yıllarca seni karşımda görmekten bıktım.. Babam çok yüz verdi sana. Sen de, kendini gerçekten bizim kardeşimiz sandın. Ama ben bir an bile senin yanaşma Hamza’nın oğlu olduğunu unutmadım. Sen efendi sınıfından değilsin. Senin ait olduğun yığına ayak takımı derler.. Çık git buradan, kendi kulübene, babanın senelerce atlarımızın pisliğini temizlediği ahıra git. Bizim sınırsız topraklarımız içindeki, yanaşma babandan sana kalmış, o bir avuç toprak, her Allah’ın günü sana kendi kişiliğini hatırlatacaktır.” Bey kızı Yıldız ve ‘köşke evlatlık olarak alınmış bir yanaşma çocuğu’ Ali.. Birbirlerini o kadar çok seviyorlar ki, beraberlikleri ve mutlulukları önündeki en büyük engel yine sevgilerinin büyüklüğü oluyor. Bir sahnede, Köşkün kâhyası Yusuf Dayı delikanlıya “Sen sevdiğin kızı iyi tanımamışsın. O da, en aşağı senin kadar inatçı. Elimde büyüdünüz. Ben sizi tanımaz mıyım? Resim gibi birbirinize benzersiniz. Bu inatlaşmanın sonu fena olacak” demişti. Ufacık bir hatanın ardından 7 yıl ayrı kalır ve bambaşka yerlere sürüklenirler. Ethem’in küçük düşürücü sözlerinden sonra, Ali köşkü terk edip ‘kulübesine’ gelir. Denize taş attığı sahnede, Yıldız’a abisi ile ilgili olarak şunları söylüyor ; “Yerimi gösterdi bana. Gözümdeki bir perdeyi çekti kaldırdı.” Köşkle kulübe arasında bir seçim yapmasını istediği Yıldız karar vermekte duraksayınca öfkesine kin de karışır. Zedelenen gururu ve inadı ona şunları söyletiyor “Doğru, sen kulübeye gelmezsin. Düşünemedim bunu. Orada koskocaman ev dururken ne diye burada yaşayasın. Burası benim yerim. Büyük evde de sen oturursun. Nasıl anlayamadım bu değişmez kanunu.” Solmazların köşklerine yakın bir yerde, en az onlar kadar varsıl olan (Yıldız ve Ali’ye tutkun) Lütfü Ersoy’la kız kardeşi Mine yaşıyor. Onların sevgileri fırtınalı değil, aksine sakin, çok sakin bir deniz gibi. İçinde kin yok, aşırı gurur yok. Mine, başka bir konu konuşulurken Ali’ye olan duygularını yansıtan şu sözleri söylüyor ; “Ben beklemesini bilirim.” Lütfü.. “Güzel elbiseli, mis kokulu bey.” Yıldız’la evlenmek istemesi Ali’yi çılgına çevirir. Ethem’in aşağılaması ve sevdiği kızın ‘kulübeye gelmemesi’
ile zaten incinmişken bir de bu.. Genç kıza, o kızgınlıkla, Lütfü ile evlenmesi için bağırıp çağırır.
Yusuf Dayı’nın Ali’ye (“..İkinize de yazık olacak.. Nerdeyse nikâh masasına oturacaklar. Yapma gözüm, yapma yiğidim. Kır inadını, git getir şu kızı buraya”), Yadigâr Bacı’nın Yıldız’a (“Bekleme onu, sen git. Vazgeç şu yenilmez inadından. Sonra kıyamete kadar yanarız”) yalvarmaları bir işe yaramaz. Fausto Papetti’den ‘Un Premier Amour’ (1962) (Vice / Roland) melodisini dinlediğimiz sahnede Yıldız, nikâh memurunun sorusunu “Evet” diye yanıtlar. Sonrasında, çılgın gibi bağırarak uzaklaşan Ali’yi görürüz ; “Tekrar geleceğim, tekrar geleceğim, tekrar geleceğim.” 7 yıl sonra.. “Kürekle harcasan tükenmez” bir servetin sahibi olarak geri döner. (Romandaki Heathcliff’in aynı ölçüde varsıl olması için 3 yıl yetmişti. Demek oralarda bu işler daha kolay.) Ersoy ve Solmaz ailelerine yapmadığını bırakmaz. Sırf Yıldız’ı üzmek için Mine ile evlenir. “Seni Seviyorum.”.. Bunları, Yıldız’a, hiç olmazsa ölümünden sonra olsun bir kerecik söyleyebilseydi. Filmin sonuna doğru, Yıldız’ın yanında, çocukça bir gülümsemeyle denize taş attığı sahne ne kadar güzel.
Yıldız ; “Küçükken bu kulübeyi ne çok severdim.. İkimize de yazık oldu.. Ben, senin gelip, beni gelin elbisemle alıp buraya getirmeni bekledim. ‘Kulübeye gelmem’ sözü aramızda aşılmaz bir engel oldu. Sen yanımda oldukça değil böyle bir kulübede, bir harabede bile mutlu olurdum..” Ali ; “Bütün kötülüklere kulübe ile köşk arasındaki ayrılıklar sebep oldu. Bu kulübeyi ne kadar çok seviyorsam, köşkten de o kadar çok nefret ediyorum.” (Yazan : Murat Çelenligil)
Kurgu
|
Turgut İnangiray
(Kurgu)
|
Yapım Ekibi
|
Vecdi Benderli (Yapım
Sorumlusu)
|
Yönetmen Ekibi
|
Funda öktem (Reji
Ekibi)
|
Kamera Ekibi
|
Tosun Bayri (Kamera
Asistanı)
|
Şükrü Rona (Kamera
Asistanı)
|
|
Abdullah Gürek (Kamera
Asistanı)
|
|
Post-Prodüksiyon
|
Sezai Elmaskaya (Negatif
Kurgu)
|
Hilmi Başcan (Laboratuar)
|
|
Hayati Akbulut (Laboratuar)
|
|
Gani Maraşlıoğlu
(Laboratuar)
|
|
Erdoğan Dolapçı (Laboratuar)
|
|
Işık Ekibi
|
Hüseyin Özşahin (Işık
Şefi)
|
Himmet Tokgöz (Işık
Şefi)
|
|
Ses Ekibi
|
Yorgo İlyadis (Ses
Kayıt)
|
Turgut İnangiray
(Senkron)
|
|
İlia İliadis (Ses
Kayıt Asistanı)
|
|
İdari İşler
|
Vecdi Benderli (Prodüksiyon
Amiri)
|
Yılmaz Kanat (Set
Amiri)
|
|
Gültekin Ateş (Set
Ekibi)
|
|
Gürcan Ateş (Set
Ekibi)
|
|
Halis özer (Set
Ekibi)
|
|
Firmalar
|
Arzu Film (Yapım)
|
Erman Film (Film
Hazırlık)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder