1 Ekim 2013

ŞEHİR EŞKIYASI ( 69' )

Şehir Eşkiyası
HUNP : 7,8

Vizyon Tarihi : 1969

Hunp : 7,8

Orijinal Dil : Türkçe

Oyuncular :

Ekrem BoraEkrem BoraSedat
Esen PüsküllüEsen PüsküllüAyşe
Mine SoleyMine SoleyAylin
Selahattin İçselSelahattin İçselAhmet Baba
Feridun ÇölgeçenFeridun ÇölgeçenFethi
Ali EkdalAli EkdalNecdet
Asım NiptonAsım NiptonReşit Usta
Sadettin DüzgünSadettin DüzgünRıza
Faik CoşkunFaik CoşkunNaci
Lütfü EnginLütfü Enginİskender
Muammer GözalanMuammer Gözalan  Doktor
Kayhan YıldızoğluKayhan Yıldızoğlu Komiser
Hakkı KıvançHakkı KıvançRıza'nın Adamı
Erdoğan SerenErdoğan SerenRıza'nın Adamı
Sadri KaranSadri Karan
Orhan AykanatOrhan AykanatGazino Patronu
Yönetmen
Senaryo
Yapımcı
Görüntü Yönetmeni
Süre
72 dk
Tür
Ülke
Türkiye
Etiketler
Firmalar
Er Film (Yapım)




Herkesin korktuğu haraç kesen biri olan Sedat hapis yattıktan sonra tövbe edip sakin bir hayat sürmek ister ancak bulaştığı düşmanları onu rahat bırakmazlar.

“I Ellada Tis Melinas (Melina’s Greece)” 33’lüğündeki (1964) ‘Fedriades (Phedriades)’ (Stavros Xarhakos). Ahmet ve oğlu Sedat’ı uyku tutmamış.
Ahmet; “Uyumuyorsun değil mi?”
Sedat; “Uykum yok nedense.”
Ahmet; “Benim de. Ayşe’yi düşünüyorum… Melaike gibi bir kız. Altın kalpli. Üstelik güzel değil mi?”
Sedat; “Dikkat etmedim.”
Ahmet; “Yarın dikkat ediver öyleyse… Titiz, hamarat, çalışkan. Usanmıyor, yüksünmüyor. Ahh, ah!”
Sedat; “Ne oldu?”
Ahmet; “Bir şey olmadığı için ‘ah’ çekiyorum. Evlenemedin bir türlü. Şu eve bir gelin getirmedin.”
Sedat; “Gece yarısı nerden geldi aklına?”
Ahmet; “Aklımdan çıktığı yok ki. Dünya gözüyle evlendiğini görmek istiyorum. Torun sevmek istiyorum.”
Kahramanımızın adı Sedat. Filmin başındaki gazino sahnesinde barut gibiydi. Dün ‘kovduğu Aylin’i bugü n almaya gelmiş’. Genç kız “Bıktım usandım. Öldür de kurtulayım. İkide bir bırakıyorsun beni, kovuyorsun. Sonra da gene geliyorsun” diye çırpınırken, Gazino sahibi Orhan “Bu kıza da yazık günah. Ya çek bu hayattan seninle otursun ya da bırak çalışıp para kazansın” diyor. İşleri allak bullak oluyormuş; “Kadro yapıyoruz, program yapıyoruz. Avans veriyoruz. Sonra da ‘şak’ diye gelip çalıştırmıyorsun kızı.” Sedat, 7500 lira olan avansın çok daha fazlasını gazinocunun ‘yüzüne çarpıp’ Aylin’e sesleniyor; “Düş peşime.” Bir başka gün “Emir tekrar ettirme bana” diyecektir. Böylesine sert. Bir sahnede Fethi “Uyurken bile gözleri açık uyuyordur, Allah bilir” demişti. İstanbul’un bir kenar mahallesinde, henüz benzin kokulu demir yığınlarıyla dolmamış sokaklarda büyümüş. Babası Ahmet’ten başka kimsesi yok. Reşit Usta’nın yanında oto tamirciliği yaparken, öğrenemeyeceğimiz bir nedenle, karanlık işlere atılmış. ‘Güya tüccar Naci; Gizlice mal kaçıran, antrepo sahibi İskender; Rıza; Otel sahibi Fethi’ gibi üçkâğıtçıların ‘gırtlaklarına basarak haraç almaya başlamış’. Üstelik bu işleri yalnız yapıyor. Hiç adamı yok.
Acker Bilk’in klarnetinden ‘Mondo Cane’deki (1962) ‘More’ (Riz Ortolani / Norman Newell). Yatakta Aylin’e böbürleniyordu; “Kuvvetliyim tabii. Cesurum. Tek başıma bütün o ödleklere postamı koyuyorum. En namlısının bile başı ancak dizime değebiliyor. Hepsinin bütün gizli dümenlerini biliyorum. Hepsi istediğim haracı verirken kahroluyor ama başka çareleri yok.” Karşısında ‘talimli köpek gibi duruyorlarmış’. Her an tetikte. Hiçbir dümeni yutmuyor.
‘Thunderball’daki (1965) ‘Crash Landing-The Bomb’ (John Barry). Antrepoda ‘ziyaret ettiği’ İskender “Bir emrin mi var gene” diyor. (Cümledeki anahtar sözcük ‘gene’ her şeyi açıklıyor). Varmış! “100 bin. Bankadaki hesabıma yatırıver. Kendin yatırtacaksın bir zahmet.”
Erwin Halletz Orkestrası’ndan ‘Die Fünfte Kolonne’. Naci’nin evine gelişi bu melodiyle. İşadamı ‘bu ay iki gün geciktirmiş parayı’. Bizimki yapmadığını bırakmıyor. Masayı tekmeler, iki adamını kurşun yağmuruna tutar. Sonunda Naci tomar tomar banknotu uzatırken “Kıyma, canımı bağışla” diye yalvarıyordu.
Ancak böyle can yakması kendisi için iyi olmaz. Düşmanları intikam için bir araya gelirler. Aylin, yardımını istediklerinde önceleri isteksizdi. 50 bini, 100 bini bile kabul etmez ama sevdiği erkeği başka bir kadınla yatakta yakalayınca kararını verir. “Beter olsun! Gebertin o alçağı. Ne isterseniz yapmaya hazırım.” Plan şu; Genç kız, Sedat’ı Kilyos’a götürecek. Orada pusuya düşürüp ‘basacaklar kurşunu’.
‘Du Rififi (Chez les Hommes): Main Title’ (1955) (Georges Auric). Kahramanımız saldırıdan güç bela kurtulur. Komiser Kayhan Yıldızoğlu’nun söylediğine göre ‘adam yaralamaktan en az 3 yıl ceza alacakmış’.
‘To Tragoudi Tis Perasmenis Meras’ (Stavros Xarhakos). İstanbul Tevkif ve Cezaevi’nden çıktıktan sonraki sahneler müzik fırtınası gibi. Dışarıda babası bekliyordu; “Bitti mi? Kurtuldun mu? Beni de bitirdin. Seni namuslu, dürüst bir adam sanıyordum. Allahın belasıymışsın. Tüh! Rezil, namussuz. Benim senin gibi evladım yok artık. Yok.”
‘Kokkina Fanaria (The Red Lanterns)’daki (1963) “To Organaki Tis Odou Frinis (The Frynis’ Street Organ)” (Stavros Xarhakos). Yaşlı adam hırsını alamamış evde demlenirken bile söylenip duruyor; “Ahh, ah! Evlat yetiştir de hayrını gör. Anasız büyüt, evlenme. Üvey ana acısı çekmesin diye kendini harca. Sonra da hırsızın, uğursuzun biri olsun. Perişan etsin seni.” Arada bir kalbini tutmasından ilerde ne olacağı belli.
‘Kokkina Fanaria (The Red Lanterns)’ uzunçalarındaki (1963) ‘Taximi’ (Stavros Xarhakos). Sedat’ın eve gelişi bu melodi ile. Artık tövbe etmiş. Babası tekrar kovmalara kalksa da sonunda birbirlerine sarılıyorlar.
‘Kokkina Fanaria’daki (1963) ‘To Tragoudi Tis Paresmenis Menas’ (Stavros Xarhakos). Oğluna sevdiği yemekleri hazırlamış. ‘Zeytinyağlı fasulye, sahanda pirzola bir de roka salatası’. “Sensiz boğazımdan geçmedi işte. Tövbe ettin mi sahi? Bundan sonra adam gibi yaşayacak mısın” diyor.
Delikanlı eski mesleği oto tamirciliğine dönecekmiş. Reşit Abi ve Necdet tarafından anlayışla karşılanır.
Tamirhanede filmin bir sürprizi var. [‘Yakılacak Kitap’ (1968), ‘Tek Kurşun’ (1968), ‘Kadın Severse’ (1968), ‘Günahını Ödeyen Adam’ (1969), ‘Sürtük’ (1970), ‘Bir Kadın Kayboldu’ (1971) ve ‘Emine’den (1971) anımsadığımız] Ekrem Bora’ya ait ‘34 HR 007’ plakalı Mercedes de orada.
4 yıl önce çırak olarak çalışmaya başlayan Necdet şimdi herkesten usta kesilmiş. Sedat’ı bir kıyı meyhanesine davet ediyor; “Bu akşam paydostan sonra bir kadeh içkime tenezzül eder misin?” Orada daha çok kız kardeşi Ayşe’den bahsediyor; “Babadan kalma harap evde ikimiz birbirimizi akşamdan akşama ancak görüyoruz. Ben yokken sokağa da çıkamaz tabii. Bunalıyor kızcağız.” 19 yaşındaymış (Sedat’ın deyişi ile “Evlenecek çağa çoktan gelmiş”), isteyenler oluyormuş ama veremiyormuş. ‘Bir tanecik kardeşi helal süt emmiş birine düşmeyip de yanarsa’ kahrolurmuş. “O’nu baş göz etmeden ben de evlenemiyorum tabii. Kazancımız malum. Ancak ikimize yetiyor.”
Sedat’ın mahzun hali bir aşkın eşiğinde olduğunu düşündürdü. Bu günlerde Ahmet Baba kalp krizi geçirir.
‘The Bible: In the Beginning…’deki (1966) ‘Tower of Babel’ (1.45’ten itibaren) (Toshiro Mayuzumi). İğne yapan Doktor Muammer Gözalan’a göre, kalbi yorgun ve zayıfmış. ‘Mutlak bir istirahat’ öneriyor. Sedat, kendisini yalnız bırakmak istemiyordu. Tamirhanede “Bir can yoldaşımız da yok” diye yakınınca Necdet çözümü bulur. Yaşlı adam iyileşene kadar Ayşe yanlarında kalacakmış. Tahmin edileceği gibi gençler arasında yakınlaşma olur. Reşit Usta ile Necdet’in bir haftalığına İzmir’e gitmeleri bu yakınlığı evlilik kararına dek götürecektir.
‘6+6’ albümündeki (1964) ‘Amok’ (Stavros Xarhakos). Sedat, genç kız için alışveriş yapıyor. Şimdiye kadar kimseye, Ayşe de kimseden hediye almamış. “Çok seviniyormuş insan.” Deniz kenarında birbirlerine sevgilerini söylüyorlar. “Bu kızı elinden kaçırsaydın yakardım seni. Bu işi söz kesme, nişan, düğün filan falanla uzatmayın. Tez günde evlenin bitsin” diye sevinç içindeydi babası. Âşıkların ‘niyeti de bu zaten’.
Ne var ki ‘geçmiş’ delikanlının peşini bırakmaz. Rıza, adamları Hakkı Kıvanç ve Erdoğan Seren’e “Çıkmış mahpustan. Tahliye olmuş. Bir tamirhanede çalışıyormuş” diyor. “Dümen tabii. Sedat gibi birisi o paraya eyvallah eder mi? Bizi uyutuyor aklı sıra. Gafil avlayıp kurşunlayacak hepimizi.” Bu defa ellerini çabuk tutup kahramanımızın işini bitireceklermiş. “Korku ile yaşayıp her dakika ecel beklersem çıldırırım.”
‘6+6’ uzunçalarındaki (1964) ‘Proino Tragoidi (Morning Song)’ (Stavros Xarhakos). El ele eve dönerlerken Aylin, bizimkileri görür. Hiç vakit kaybetmeden Ayşe’ye Sedat’la yaşadıklarını, ‘hırsızın, katilin, haydudun biri olduğunu, hapiste yattığını’ anlatır.
‘Sunny’ (1966) (Bobby Hebb) ve ardından ‘Kokkina Fanaria’daki (1963) ‘Omorfi Pou Ne I Zoi (How Lovely Life is)’ (0.32’den itibaren) (Stavros Xarhakos). Kahramanımız, araba tamirine ara verip Boğaz’ı gören çay bahçesine koşuyor. Sevdiği ile buluşacak. Gelmeyen Ayşe’yi bekleyişi bile çok güzel.
Eve gidip nedenini öğrendiğinde “Sana söylenenlerin hepsi doğru ama onlar eskidendi” diye durumu kurtarmaya çalışıyor. Ne var ki aralarındaki büyü bozulmuş bir kez. Kısa da olsa ayrılmaları, ‘aşklarını dinlendirmeleri’ gerekir.
Aylin’i, hep yaptığı gibi, dövüp, ardından ne işe yarayacaksa, bir meyhanede ‘Kadifeden Kesesi’ eşliğinde kafa çekiyor.
Keşke zorluk bu kadarla kalsaydı. Asıl felaket sonra gelir.
Rıza ve adamları, babasını öldürür.
‘Segâh Makamında Ney Taksimi’. Mezarlıkta intikam için yemin ediyor; “Hep böyle bir kenarda namusumla yaşamalıymışım. Sonradan tövbe etmekle kurtulamıyormuş insan. Kimsesizim artık, ölümden beterim. Senin ahını bırakmayacağım Onlarda. Hepsini gebertmek için yaşayacağım.”
‘6+6’daki (1964) ‘Hathike To Fenari’ (Stavros Xarhakos). Bu arada Necdet, İzmir’den dönmüş. Olanların şaşkınlığı içinde. Genç kız, Ahmet Baba’nın ölümünü Abisinden öğrenir.
Sedat’ın düşmanlarını bulması ise eski sevgilisi sayesinde. [Çiftliğe giderken kullandıkları ‘34 KL 030’ plakalı Chevrolet, ‘Acı ile Karışık’ta (1969) Necla’nın, ‘Aşk Bu Değil’de (1969) Nihat’ın, ‘Çalınmış Hayat’ta (1970) Rıza Bey’indi]. Kendisine yine bir tuzak hazırlanmış. Çetedekiler ve Aylin ölür. Sedat yaralı olarak Ayşe’ye geliyor. Göğsündeki kurşunu ‘bir tas su, bıçak ve makas’ kullanarak çıkarması filmin en heyecanlı kısmı. Benzer bir sahneyi ‘Tek Kurşun’dan (1968) anımsıyoruz.
Kaçmayı düşünüyordu. Sevdiği kızın seslenişi ile polise teslim olur; “Sedat, seni seviyorum. Benim için yaşa, benim için ölme. Bekleyeceğim seni. Ne ceza verirlerse bekleyeceğim. Ömrüm senindir Sedat.”
Umarız sonraki yıllarda ‘hafızası nisyan ile malul’ olmamıştır.
‘Charade’ (1963) (Henry Mancini).
Deniz kenarında iki âşık.
Sedat; “Her şey bir anda, seni görür görmez olupbitti. İnanmıyorsun belki de. Gerçekten inanılır gibi değil, biliyorum.”
Ayşe; “Ben de senin gibiyim.”
Sedat; “Doğru mu bu? Olabilir mi?”
Ayşe; “Oluyormuş meğer.”
Sedat; “Seni düşünüyorum hiç durmadan. Gözlerimin önüne yüzünü getiriyorum. Hoşuma gidiyor bu. İçimden şarkılar söylemek geliyor. Hayata seninle yeniden başlıyorum Ayşe.”
Ayşe; “Günlerdir boş yere üzülmüşüm meğer. Beni aklından bile geçirmiyorsun sanıyordum. Halimi anlayacaksın diye korkuyor utanıyordum. Acı çekmeye başlamıştım artık. Bunları açıkça söylediğim için ayıplama beni. Bu duygular o kadar yeni ki benim için ne yapılır, neler söylenir bilmiyorum. Tutamıyorum kendimi.”
Sedat; “Asıl korkan, üzülen bendim. Beni istemezsin, üstelik kırılır, küsersin, benden kaçarsın diye kahroluyordum.”
ding-The Bomb’ (John Barry). Antrepoda ‘ziyaret ettiği’ İskender “Bir emrin mi var gene” diyor. (Cümledeki anahtar sözcük ‘gene’ her şeyi açıklıyor). Varmış! “100 bin. Bankadaki hesabıma yatırıver. Kendin yatırtacaksın bir zahmet.” 
Erwin Halletz Orkestrası’ndan ‘Die Fünfte Kolonne’. Naci’nin evine gelişi bu melodiyle. İşadamı ‘bu ay iki gün geciktirmiş parayı’. Bizimki yapmadığını bırakmıyor. Masayı tekmeler, iki adamını kurşun yağmuruna tutar. Sonunda Naci tomar tomar banknotu uzatırken “Kıyma, canımı bağışla” diye yalvarıyordu. 
Ancak böyle can yakması kendisi için iyi olmaz. Düşmanları intikam için bir araya gelirler. Aylin, yardımını istediklerinde önceleri isteksizdi. 50 bini, 100 bini bile kabul etmez ama sevdiği erkeği başka bir kadınla yatakta yakalayınca kararını verir. “Beter olsun! Gebertin o alçağı. Ne isterseniz yapmaya hazırım.” Plan şu; Genç kız, Sedat’ı Kilyos’a götürecek. Orada pusuya düşürüp ‘basacaklar kurşunu’. 
‘Du Rififi (Chez les Hommes): Main Title’ (1955) (Georges Auric). Kahramanımız saldırıdan güç bela kurtulur. Komiser Kayhan Yıldızoğlu’nun söylediğine göre ‘adam yaralamaktan en az 3 yıl ceza alacakmış’. 
‘To Tragoudi Tis Perasmenis Meras’ (Stavros Xarhakos). İstanbul Tevkif ve Cezaevi’nden çıktıktan sonraki sahneler müzik fırtınası gibi. Dışarıda babası bekliyordu; “Bitti mi? Kurtuldun mu? Beni de bitirdin. Seni namuslu, dürüst bir adam sanıyordum. Allahın belasıymışsın. Tüh! Rezil, namussuz. Benim senin gibi evladım yok artık. Yok.” 
‘Kokkina Fanaria (The Red Lanterns)’daki (1963) “To Organaki Tis Odou Frinis (The Frynis’ Street Organ)” (Stavros Xarhakos). Yaşlı adam hırsını alamamış evde demlenirken bile söylenip duruyor; “Ahh, ah! Evlat yetiştir de hayrını gör. Anasız büyüt, evlenme. Üvey ana acısı çekmesin diye kendini harca. Sonra da hırsızın, uğursuzun biri olsun. Perişan etsin seni.” Arada bir kalbini tutmasından ilerde ne olacağı belli. 
‘Kokkina Fanaria (The Red Lanterns)’ uzunçalarındaki (1963) ‘Taximi’ (Stavros Xarhakos). Sedat’ın eve gelişi bu melodi ile. Artık tövbe etmiş. Babası tekrar kovmalara kalksa da sonunda birbirlerine sarılıyorlar. 
‘Kokkina Fanaria’daki (1963) ‘To Tragoudi Tis Paresmenis Menas’ (Stavros Xarhakos). Oğluna sevdiği yemekleri hazırlamış. ‘Zeytinyağlı fasulye, sahanda pirzola bir de roka salatası’. “Sensiz boğazımdan geçmedi işte. Tövbe ettin mi sahi? Bundan sonra adam gibi yaşayacak mısın” diyor. 
Delikanlı eski mesleği oto tamirciliğine dönecekmiş. Reşit Abi ve Necdet tarafından anlayışla karşılanır. 
Tamirhanede filmin bir sürprizi var. [‘Yakılacak Kitap’ (1968), ‘Tek Kurşun’ (1968), ‘Kadın Severse’ (1968), ‘Günahını Ödeyen Adam’ (1969), ‘Sürtük’ (1970), ‘Bir Kadın Kayboldu’ (1971) ve ‘Emine’den (1971) anımsadığımız] Ekrem Bora’ya ait ‘34 HR 007’ plakalı Mercedes de orada. 
4 yıl önce çırak olarak çalışmaya başlayan Necdet şimdi herkesten usta kesilmiş. Sedat’ı bir kıyı meyhanesine davet ediyor; “Bu akşam paydostan sonra bir kadeh içkime tenezzül eder misin?” Orada daha çok kız kardeşi Ayşe’den bahsediyor; “Babadan kalma harap evde ikimiz birbirimizi akşamdan akşama ancak görüyoruz. Ben yokken sokağa da çıkamaz tabii. Bunalıyor kızcağız.” 19 yaşındaymış (Sedat’ın deyişi ile “Evlenecek çağa çoktan gelmiş”), isteyenler oluyormuş ama veremiyormuş. ‘Bir tanecik kardeşi helal süt emmiş birine düşmeyip de yanarsa’ kahrolurmuş. “O’nu baş göz etmeden ben de evlenemiyorum tabii. Kazancımız malum. Ancak ikimize yetiyor.” 
Sedat’ın mahzun hali bir aşkın eşiğinde olduğunu düşündürdü. Bu günlerde Ahmet Baba kalp krizi geçirir. 
‘The Bible: In the Beginning…’deki (1966) ‘Tower of Babel’ (1.45’ten itibaren) (Toshiro Mayuzumi). İğne yapan Doktor Muammer Gözalan’a göre, kalbi yorgun ve zayıfmış. ‘Mutlak bir istirahat’ öneriyor. Sedat, kendisini yalnız bırakmak istemiyordu. Tamirhanede “Bir can yoldaşımız da yok” diye yakınınca Necdet çözümü bulur. Yaşlı adam iyileşene kadar Ayşe yanlarında kalacakmış. Tahmin edileceği gibi gençler arasında yakınlaşma olur. Reşit Usta ile Necdet’in bir haftalığına İzmir’e gitmeleri bu yakınlığı evlilik kararına dek götürecektir. 
‘6+6’ albümündeki (1964) ‘Amok’ (Stavros Xarhakos). Sedat, genç kız için alışveriş yapıyor. Şimdiye kadar kimseye, Ayşe de kimseden hediye almamış. “Çok seviniyormuş insan.” Deniz kenarında birbirlerine sevgilerini söylüyorlar. “Bu kızı elinden kaçırsaydın yakardım seni. Bu işi söz kesme, nişan, düğün filan falanla uzatmayın. Tez günde evlenin bitsin” diye sevinç içindeydi babası. Âşıkların ‘niyeti de bu zaten’. 
Ne var ki ‘geçmiş’ delikanlının peşini bırakmaz. Rıza, adamları Hakkı Kıvanç ve Erdoğan Seren’e “Çıkmış mahpustan. Tahliye olmuş. Bir tamirhanede çalışıyormuş” diyor. “Dümen tabii. Sedat gibi birisi o paraya eyvallah eder mi? Bizi uyutuyor aklı sıra. Gafil avlayıp kurşunlayacak hepimizi.” Bu defa ellerini çabuk tutup kahramanımızın işini bitireceklermiş. “Korku ile yaşayıp her dakika ecel beklersem çıldırırım.” 
‘6+6’ uzunçalarındaki (1964) ‘Proino Tragoidi (Morning Song)’ (Stavros Xarhakos). El ele eve dönerlerken Aylin, bizimkileri görür. Hiç vakit kaybetmeden Ayşe’ye Sedat’la yaşadıklarını, ‘hırsızın, katilin, haydudun biri olduğunu, hapiste yattığını’ anlatır. 
‘Sunny’ (1966) (Bobby Hebb) ve ardından ‘Kokkina Fanaria’daki (1963) ‘Omorfi Pou Ne I Zoi (How Lovely Life is)’ (0.32’den itibaren) (Stavros Xarhakos). Kahramanımız, araba tamirine ara verip Boğaz’ı gören çay bahçesine koşuyor. Sevdiği ile buluşacak. Gelmeyen Ayşe’yi bekleyişi bile çok güzel. 
Eve gidip nedenini öğrendiğinde “Sana söylenenlerin hepsi doğru ama onlar eskidendi” diye durumu kurtarmaya çalışıyor. Ne var ki aralarındaki büyü bozulmuş bir kez. Kısa da olsa ayrılmaları, ‘aşklarını dinlendirmeleri’ gerekir. 
Aylin’i, hep yaptığı gibi, dövüp, ardından ne işe yarayacaksa, bir meyhanede ‘Kadifeden Kesesi’ eşliğinde kafa çekiyor. 
Keşke zorluk bu kadarla kalsaydı. Asıl felaket sonra gelir. 
Rıza ve adamları, babasını öldürür. 
‘Segâh Makamında Ney Taksimi’. Mezarlıkta intikam için yemin ediyor; “Hep böyle bir kenarda namusumla yaşamalıymışım. Sonradan tövbe etmekle kurtulamıyormuş insan. Kimsesizim artık, ölümden beterim. Senin ahını bırakmayacağım Onlarda. Hepsini gebertmek için yaşayacağım.” 
‘6+6’daki (1964) ‘Hathike To Fenari’ (Stavros Xarhakos). Bu arada Necdet, İzmir’den dönmüş. Olanların şaşkınlığı içinde. Genç kız, Ahmet Baba’nın ölümünü Abisinden öğrenir. 
Sedat’ın düşmanlarını bulması ise eski sevgilisi sayesinde. [Çiftliğe giderken kullandıkları ‘34 KL 030’ plakalı Chevrolet, ‘Acı ile Karışık’ta (1969) Necla’nın, ‘Aşk Bu Değil’de (1969) Nihat’ın, ‘Çalınmış Hayat’ta (1970) Rıza Bey’indi]. Kendisine yine bir tuzak hazırlanmış. Çetedekiler ve Aylin ölür. Sedat yaralı olarak Ayşe’ye geliyor. Göğsündeki kurşunu ‘bir tas su, bıçak ve makas’ kullanarak çıkarması filmin en heyecanlı kısmı. Benzer bir sahneyi ‘Tek Kurşun’dan (1968) anımsıyoruz. 
Kaçmayı düşünüyordu. Sevdiği kızın seslenişi ile polise teslim olur; “Sedat, seni seviyorum. Benim için yaşa, benim için ölme. Bekleyeceğim seni. Ne ceza verirlerse bekleyeceğim. Ömrüm senindir Sedat.” 
Umarız sonraki yıllarda ‘hafızası nisyan ile malul’ olmamıştır.
‘Charade’ (1963) (Henry Mancini). 
Deniz kenarında iki âşık. 
Sedat; “Her şey bir anda, seni görür görmez olupbitti. İnanmıyorsun belki de. Gerçekten inanılır gibi değil, biliyorum.” 
Ayşe; “Ben de senin gibiyim.” 
Sedat; “Doğru mu bu? Olabilir mi?” 
Ayşe; “Oluyormuş meğer.” 
Sedat; “Seni düşünüyorum hiç durmadan. Gözlerimin önüne yüzünü getiriyorum. Hoşuma gidiyor bu. İçimden şarkılar söylemek geliyor. Hayata seninle yeniden başlıyorum Ayşe.” 
Ayşe; “Günlerdir boş yere üzülmüşüm meğer. Beni aklından bile geçirmiyorsun sanıyordum. Halimi anlayacaksın diye korkuyor utanıyordum. Acı çekmeye başlamıştım artık. Bunları açıkça söylediğim için ayıplama beni. Bu duygular o kadar yeni ki benim için ne yapılır, neler söylenir bilmiyorum. Tutamıyorum kendimi.” 
Sedat; “Asıl korkan, üzülen bendim. Beni istemezsin, üstelik kırılır, küsersin, benden kaçarsın diye kahroluyordum.”

Hiç yorum yok: