HUNP: 8,0 Follow @filmnostalgi Tweet |
Kanlı Firar
Vizyon Tarihi : 1960
Hunp : 8,0
Orijinal Dil :
Türkçe
Oyuncular :
|
Ayhan Işık | Tahir | |
|
Belgin Doruk | Türkan | |
|
Atıf Kaptan | Hakkı | |
|
Ahmet Tarık Tekçe | ||
|
Salih Tozan | Türkan'ın Babası | |
|
Semih Sezerli | İstanbul'lu Avni | |
|
Hulusi Kentmen | Komiser | |
|
Sezer Tansuğ | Eczacı | |
|
Ülkü Erakalın | Otel Katibi | |
|
Ali Seyhan | Okmeydanlı Çamur Mehmet | |
|
Hakkı Haktan | Bekçi Mehmet | |
|
Hayri Esen | Ayhan Işık Seslendirmesi | |
|
Jeyan Mahfi Tözüm | Belgin Doruk Seslendirmesi | |
|
Gazanfer Özcan | Semih Sezerli Seslendirmesi | |
|
Erol Taş | Bekçi | |
|
Faik Coşkun | Kuyumcu | |
|
Ayten Güvenç | Ayten (Türkan'ın Fb. Arkadaşı) | |
|
Kemal Ergüvenç |
A. Tarık Tekçe Seslendirmesi
|
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Müzik
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Eser
|
|
Süre
|
78 dk
|
Tür
|
|
Özellikler
|
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
Fakir bir işçi kızla bir kanun kaçağının aşk
öyküsü.
Replikler:
Frank Chacksfield ve Orkastrası’nın ‘Ebb Tide’ albümündeki (1960) aynı adlı melodi (1953/54) (Robert Maxwell / Carl Sigman).
Paltolarına sarılmış insanları (belki aralarında ‘İkbal Kahvesi’ne giden Orhan Kemal de vardır) atlı arabaları, tramvayları gören temiz bir çayevi. İki bardak çay.
Türkan; “Ayrı bir evim, güzel elbiselerim, belki de ilerde bir çocuğum olacaktı. Artık çalışmayacaktım. Sarhoş babamın kahrını, yatalak annemin bitmez acılarını sırtımda taşımayacaktım. Çok, çok inanmıştım O’na.”
Tahir; “Sonra?”
Türkan; “İki ay önce randevuya gelmedi. Aradığımda Afyon’a gittiğini söylediler. Adresini de bilmiyorlardı. Nihayet hakikati anladım. Terk edilmiştim. Dün gelen mektupta her şeyi açıklıyordu. Gönderdiği para da güya sürdüğü karayı siliyordu. Fabrikadan eve döndüğümde mektubu aç mış olan babam kıyametleri kopardı. Beni evden kovdu. Gidecek yerim yoktu. Öylesine bıkmış, öylesine kahretmiştim ki hayata. Sabaha kadar sokaklarda dolaştım.”
Tahir; “Şimdi yapılacak bir şey var. O da eve dönmen.”
Türkan; “Babamı bilmezsin. Eve almaz beni.”
Tahir; “Beraber gideriz. Madem tanımıyor O’nun yerine geçerim.”
Türkan; “Peki ne dersin Onlara.”
Tahir; “Mektubu yazdıktan sonra pişman olduğumu, sensiz yaşayamayacağım için evlenmeye karar verdiğimi…”
Türkan; “Büyük bir fedakârlık bu. Senden istemeye hiç hakkım yok. Niye yapıyorsun bunu?”
Tahir; “İnsan değil miyiz.”
‘You Only Live Once’ (1937), ‘Yaşamak Hakkımdır’ (1958) ve ‘Le Jour Se Léve (Daybreak-Gün Doğuyor)’un (1939) Yeşilçam uyarlaması. Metin Erksan’ın ‘bir hikâyesinden adapte’ olduğu da söylenir.
60’ın kışında İstanbul. ‘İnsanlar Yaşadıkça’da (1969) tekrar göreceğimiz Üsküdar Ceza ve Tevkif Evi. “Anadan babadan yardan hiç haber yok mu//Uçun kuşlar uçun İzmir’e doğru.” Yanık sesli Âşık kader mahkûmlarının ‘ciğerini dağlıyor’. Tahir Somyürek’in hapisteki son gecesi. Koğuş arkadaşları Hakkı Abi ve İstanbullu Avni ile tahliye oluyor yarın. Filmde tam belli değil, karısını (veya kız kardeşini) ‘kirleten’ Asım Nipton’u ‘temizleyince’ 8 yıl vermişler. Kâbuslar içinde geçen ‘8 yıl’. Kafasından atamadığı ‘kanlı rüya’ nedeniyle bir gece bile rahat uyuyamamış. Hakkı Abi “Seninle şurada üç buçuk senem beraber geçti. Hiç rahat uyuduğunu görmedim” diyordu. ‘Bütün kötü geçmişini unutmalıymış’ ama kolay mı bu.
Hapishane Müdürü’nün yardımı ile Haliç Tersane’sinde kaynakçı olarak işe başlayacakmış. ‘Biraz para yapıp’ köyüne dönecekti. Sirkeci’deki döküntü bir otele yerleşir. Gecesi 6 lira. Aynalı gardırop, masa, 2-3 iskemle ve yatak. Odada başka bir şey yok ama buna da şükür. Sabah tersanede, akşam otelde ‘dünyadan habersiz yaşayıp gidiyor’.
Aynı yerde kalan Tatlı Nermin, kahramanımızı beğenmiş. Bu durum genç kadına tutkun olan Okmeydanlı Çamur Şevket’i çileden çıkarır. Ahmet Tarık Tekçe ve Zeki Tüney ile bir kaç kez Tahir’le dalaşırlar. Dayak yiyince de iyice kinlenirler. ‘Öküzün boynuzuna girse bile bulacaklarmış’.
‘The Rite of Spring: II. The Sacrifice-Glorification of the Chosen One’ (1913) (Igor Stravinsky). Bir gece iş dönüşü olan olur. Çıkan kavgada Mehmet, yanlışlık Ahmet Tarık Tekçe’yi; Tahir de kendisini korumak isterken Mehmet’i öldürür. Sonrası artık hep kaçış.
Ertesi sabah Ortaköy Camisini gören Ortaköy İskelesi. Her tarafta martı ve dalga sesleri. Ne yapacağını bilemez halde otururken ‘yüzüne bakılır’ bir genç kız dikkatini çeker. Kendini denize atacak gibi bir hali vardı. “Şimdiye kadar yaşıyordum. Fakat bu hiç de tatlı olmadı. Biliyorum, bundan sonra da olmayacak.” Hayatının manası kalmamış, yaşamaktan korkuyor, ölmek istiyormuş. Oysa ölüm ‘sandığı kadar kolay değil’. Pis, iğrenç bir şey. ‘Muhtacı himmet’ Tahir de kendi derdini unutmuş yardım etmek istiyor. “Düşmez kalkmaz bir Allah. Sana faydam olur mu? ‘Ölenle ölünmez, kalan sağlar bizim’ demişler. Mademki sağsın yaşamaya bak. Bir yerde otursak, açılsan bana.”
Türkan Akyel ‘Lüks İdeal Bisküi’de paketleme işçisi. Evlenme hayali kurarken sevgilisi tarafından terk edilmiş. Her şey bir rüyaymış meğer. Üzüntüsünün nedeni bu. İçkici baba Salih Tozan, yatalak anne ve ilkokul öğrencisi erkek kardeş ‘kendi âlemlerine dalmışlar’.
Tahir kendini ‘terk edip giden Cavit’ olarak tanıtır aileye. ‘Mektubu yazdıktan sonra pişman olmuş, Türkan’dan ayrılmasına imkân yokmuş’. Nüfus cüzdanındaki ismin farklı olmasını da “Başında ciddi değildim. Cavit de o günlere ait bir isim” diye açıklıyor. Bunca ince düşünceli olmasına gerek yok aslında. Çünkü paragöz kayınpederin aklı ‘delikanlının işinde ve iyi para alıp almadığında’. Tahir ilerde “Hiç sevmedim babanı. Annen kardeşin, iyiler Onlar” diyecektir. Nitekim yaşlı adam “Güle güle damatçığım, güle güle” diye yolcu ettikten sonra Türkan’a dönüp “Bu iş sandığı kadar kolay değil. Açsın kesenin ağzını. Bedavaya kız yok bende” diyor.
Emniyet Müdürü Niyazi Er ve Komiser Hulusi Kentmen işin peşindeler. ‘Maktul veya maktullerin gidebilecekleri bar, saz gibi yerler, keza hadise civarındaki kahvehaneler iyice soruşturuluyor’. “Üstelik mütecaviz olanlar da ölenlermiş.” Bu anlaşılmış.
Türkan’ın hayalleri çok ‘mütevazı’. Bu şehirden, gelmiş geçmiş bütün kara günlerinden sıyrılıp uzaklara gitmek, masmavi bir gök altında yaşamak’. Bir rüya gibi ‘ayrı bir evi, bir erkeği, belki de çocuğu olsun’ istiyor. Tahir’inkiler de bundan farklı değil. Ama ‘kader kırmış’ delikanlıyı. Keşke hayat annesinin baktığı telveli fincanlardaki gibi olsaydı. Anlattıkları ne kadar içten. Biriktirdiği para ile köyüne gittiğinde ‘küçük bir tarla, içine başını sokabileceği bir çatı ve öküz alacak’. İnsan boyu başaklar, birkaç koyun. ‘Kaderi birden terse girip her şey sabun köpüğü gibi dağılacakken’ genç kız çıkmış karşısına.
Türkan; “Orda, yanında olmak. Güneşin sıcağında, ter içinde kalmış yüzünle, elinde saban seni uzaktan seyretmek. Beni ‘Türkan, Türkan’ diye çağırışını dinlemek. Ve sana nefes nefese getirdiğim buz gibi ayranı içirmek.”
Tahir; “Sever misin, ister misin bunları? Mis gibi kokan bir başak tarlası, ufak fakat kullanışlı bir ev, çiftimizi çekecek dayanıklı bir çift öküz. Üzerimizde sayamayacağımız kadar çok yıldızlar. Uzak derelerden gelen kurbağa sesleri. Bütün bunların ortasında dünyaya meydan okuyan BİZ.”
‘Belki biraz acele’ ama hemen gitmeye karar verirler. Biraz da fiyat kırarak yüzükler alınır. Kuyumcu Faik Coşkun “Kiminin parası kiminin duası” demişti. Ancak tarla-ev-öküz dua ile hallolacak gibi değil. Para gerek. Hakkı Abi “Başın sıkıştı mı ara beni” demişti. O da gazinoda her akşam ‘elin sarhoşlarıyla, itleriyle uğraşmaktan usanmış’. Bir soygun önerir. Sonrasında Roma’ya gidecekmiş; “Bir karım, bir de bütün bu kirli işlerimden bihaber yetişmiş kızım var. İzmir’de leyli okuyor ve beni namuslu bir işadamı sanıyor. Artık O’na rol oynayacak halim kalmadı. İkisini de alıp gideceğim. Ondan sonra temiz bir hayat kurarak kızıma layık olmaya çalışacağım.” İstanbullu Avni de Çakır Eminesi’ne para yetiştiremiyordu. Zaten rahmetli anacığı “Senin başını kadınlar yiyecek” dermiş. Aslında üçü için de geçerli bu.
Karaköy’deki Selanik Han’da Ören Mücevherat Deposu’nu soyacaklar. Kasanın oksijen kaynağı ile açılması Avni’ye ait. Bu sırada Tahir de iki bekçi, Hakkı Haktan ve Erol Taş’ı etkisiz hale getirecek.
Ancak işler düşündükleri gibi gitmez. Soygun anlaşılır. ‘Willys Jeep’ ile gelen polislerden biri de Reşit Çildam. Çatışmada Hakkı Abi ölür. [‘The Aggression Scale’deki (2012) Lloyd “Money is not worth dying for” diyecektir.] İstanbullu yakalanır.
‘Firebird: Infernal Dance of King Kashchei’ (1910) (Igor Stravinsky). Omzundan yaralanan Tahir kaçmış. Elindeki çanta 470 bin liralık nakit ve 822 bin liralık mücevherle dolu. Yolu üzerindeki Park Eczanesi’nde (o gece nöbetçiymiş) kolunu sardırıyor. Kurşun içerde kalmadığı için tehlikeli değilmiş.
Türkanların evine sığınır. Herkesi eve hapsetmiş. Kimsenin çıkmasına izin vermiyor.
Bu arada Tahir’in kimliği tespit edilmiş. ‘Teksir edilen fotoğrafı görevlilere dağıtılmış’. Yollar, tren, deniz yolları, ‘keza hususi otobüs ve taksi işletmeleri’ kontrol altına alınmış.
O zor durumda bile gelecekle ilgili hayal kuruyorlar. Bir oğulları olursa adı Kemal veya Kerem olacak. Ev, tarla, ağıl ve birkaç baş hayvan aldıktan sonra artan parayla teslim olacakmış. “Hem suçlu değilim. Ben vurmasam O vuracaktı beni. Anlatırım bunları. Soygunu da” Ne verirlerse yatacak, hapisten çıkınca da dönecekmiş sevdiğine. ‘Hasret dağlar gibi ama sonunda birleştikten sonra o da çekilmez mi, çekilir’.
Bir sabah Haydarpaşa’ya giderler. Ağzını kapasın diye de Salih’e biraz para vermişlerdi. Oysa ‘müstakbel kayınpeder’ polise haber uçurmuş bile. Bilet aldıktan biraz sonra Tahir tutuklanır. 10.45’te Üçüncü Peron’dan hareket eden Kurtalan’da Türkan yalnızdı. Yine de ‘Anadolu Ekspresi’ndeki (1973) Zeynep’ten daha şanslı. Hiç olmazsa sevgilisi ölmemiş. Kaç sene verirlerse versinler bekleyecek erkeğini.
Tahir; “Ufak bir evim olsun, çocukluğumun rüyası bu demiştin bana. Anadolu’nun sarı sıcağı yakar, kavurur insanı. Hele senin gibi ince yapılı bir şehir kızı için.”
Türkan; “Anlayamadım. Bana gelmeyi mi teklif ediyorsun… Bu ancak rüya olabilir.”
Tahir; “Hakikat Türkan. Benle gelir misin? Evlenir misin… İkimiz de acelesi olan iki kişiyiz.”
Türkan; “Acıyan değil seven bir erkekle evlenmek isterim. Bana acımıyorsun ya.”
Tahir; “Seni sevdim.”
Türkan; “Bütün hayatımca bekledim bu sözü. Al götür beni.”
Tahir; “İyi günlerimizde olduğu gibi fena günlerimizde de benimle beraber misin?”
Türkan; “Derdin derdim, acın acımdır. Sen erkeğimsin benim.”
‘Pictures at an Exhibition: Samuel Goldenberg and Schmuyle’ (1874) (Modest Mussorgky).
Babasını daha iyi tanıdığımız sahne.
Türkan; “Beni de annem gibi yataklara mı düşürmek istiyorsun? Öldür beni daha iyi.”
Salih Tozan; “Herif iki ay sonra elini kolunu sallayarak döndü. Bunları senin iyiliğin için söylüyorum.”
Türkan; “Şimdiye kadar hiçbiriniz beni düşünmediniz. Genç bir kızmışım, güzel elbiseler pabuçlar giymem, yaşamam lazımmış. Kim aldırdı buna. Karşıma bir erkek çıktı. Bana tatlı şeyler vaat etti. Sevdiğini söyledi. O’na inanmış, ‘al beni burdan’ demişsem suçlu muyum?”
Salih; “Meğer ne kadar doluymuşsun. Hâlbuki ben senin için neler kurmuştum. Nikâhını, düğününü…”
Türkan; “Beni yalnız bırak baba.”
Salih; “Sana diyecektim ki…”
Türkan; “Bana bir şey deme baba. Yalnız bırak kâfi.”
Salih; “Suçum sadece içmek Türkan, sadece içmek.”
(Yazan: Murat Çelenligil)
Kurgu
|
Sezai Elmaskaya
(Kurgu)
|
Sanat Yönetmeni
|
Sami Pandir (Sanat
Yönetmeni)
|
Yapım Ekibi
|
Nubar Terziyan
(Yapım Koordinatörü Yardımcısı)
|
İbrahim Birah (Yapım
Ekibi)
|
|
İhsan Alpat (Yapım
Ekibi)
|
|
Hasan
Danabaşoğlu (Yapım Ekibi)
|
|
Macit Doğudan (Prodüksiyon
Ekibi)
|
|
Zeki Tezcan (Prodüksiyon
Ekibi)
|
|
Yılmaz Gürbüz (Prodüksiyon
Ekibi)
|
|
İsmail Kızıldağ
(Prodüksiyon Ekibi)
|
|
Orhan Aykanat (Prodüksiyon
Ekibi)
|
|
Yönetmen Ekibi
|
Nuri Ergün (Yönetmen
Yardımcısı)
|
Kamera Ekibi
|
Kenan Kurt (Kamera
Asistanı)
|
Post-Prodüksiyon
|
Ziya İnsel (Laboratuar)
|
İbrahim
Yıldırım (Laboratuar)
|
|
Ses Ekibi
|
Özdemir Arıtan
(Senkron)
|
Nazmi Özer (Senkron)
|
|
Tasarım
|
Kemal Börçetin
(Afiş)
|
Firmalar
|
Be-Ya Film (Yapım)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder