HUNP : 8,5 |
Vizyon Tarihi : 1968
Hunp : 8,5
Orijinal Dil : Türkçe
Oyuncular :
Nazan Şoray | Azize | ||
Tugay Toksöz | Orhan | ||
Önder Somer | Metin | ||
Gülgün Erdem | Neriman | ||
Özcan Bilge | Mıstık | ||
Nusret Özkaya | Marmara Mehmet | ||
Esen Günay | Önder Somer Seslendirmesi | ||
Timuçin Caymaz | Lütfü Engin Seslendirmesi | ||
Murat Tok | Dans Öğretmeni | ||
Hikmet Gül | Madam | ||
Özdemir Akın | Uşak | ||
Nevin Akkaya | Nazan Şoray Seslendirmesi | ||
Lütfü Engin | Gazinocu | ||
Ali Demir | Gazino Müdürü | ||
Arap Celal | Kemancı | ||
Erdoğan Seren | Orhan'ın Adamı | ||
Kudret Şandra | |||
Kadir Kök | Orhan'ın Adamı | ||
Muzaffer Yenen | Gazino Müdürü |
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Süre
|
76 dk
|
Tür
|
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
Yapım Ekibi
|
Özdemir
Akın (Set Amiri)
|
Yönetmen Ekibi
|
Birsen Kaya (Reji
Ekibi)
|
Kamera Ekibi
|
Taci Saraç (Kamera
Asistanı)
|
Post-Prodüksiyon
|
Oral
Özütürk (Negatif Kurgu)
|
Mahmut
Eskici (Negatif Kurgu)
|
|
Cemil Orhon (Laboratuar
Şefi)
|
|
Erol
Yıldırım (Laboratuar Asistanı)
|
|
Süleyman
Koyuncu (Laboratuar Asistanı)
|
|
Muharrem
Gündüz (Laboratuar Asistanı)
|
|
Bayram
Güzel (Laboratuar Asistanı)
|
|
İbrahim
Eken (Laboratuar Asistanı)
|
|
Ses Ekibi
|
Marko
Buduris (Ses Mühendisi)
|
Süleyman
Karakaya (Senkron)
|
|
Müzik ekibi
|
Sevim Tuna (Şarkılar)
|
Firmalar
|
Topkapı Film (Yapım)
|
“İstanbul sokaklarının
tatlı çiçeği, Azize’si şimdi de moderen Azize olacak ha! İyi valla be! Çüş be!
Yuh anasına be!”
“Avutmaz beni artık//Aşk bile sevda bile.” Neriman, Ay Feri’nin sesi ile ‘Annem’i (1968) (Sonny Bono / Edward Saatçi) söylüyor. Biraz ilerde ise şarkının duygusallığından uzak bir konuşma var.
Orhan; “Seni adam edeceğim kızım.”
Azize; “Benle niye bu kadar uğraşıyorsun be? Maksadın kötü ise vapur yanaşmaz o iskeleye babalık.”
Orhan; “Maksadım seni ve senin gibileri yetiştirip, halkın gözünü boyayıp para kazanmak. O kadar. Sen de yetişirsen sırtından çok para kazanacağım.”
Böyle diyor ama Kıbrıslı heykeltıraş Pygmalion’un yaptığı heykele âşık olması gibi, kısa bir süre sona ‘yarattığı’ genç kıza tutulacaktır.
Sürtük’ün (1937) (Mahmut Yesari) sayısız uyarlamalarında n biri.
“Benim adım Gülpembe//Cilve aşk dolu bende//Gonca güldüm soldurdun//Zalim insaf yok sende//**//Gel yanıma yanıma//Sar kolunu boynuma//Lambaya püf de gel//Bekliyorum koynuma.”
Üç sokak çalgıcısı. Tefte Azize, darbukada Mıstık, kemanda Sülo. ‘Meyhane meyhane dolaşıp sarhoşları eğlendirmeye, parsa toplamaya çalışıyorlar’. Şimdi 3-5 kuruş için göbek atan genç kız, bir kaç ay içinde ‘Pygmalion’daki (1912) (Bernard Shaw) Eliza Doolittle benzeri bir aşama gösterecektir.
‘Gazinocular Kralı’ Orhan acımasız biri. Kaytan bıyık, fötr şapka. Puro veya sigarasını tüttürmediği an yok. Biraz olsun dostça davrandığı tek insan, babasının büyük yardımını gördüğü piyanist Metin. “Aç ve çaresiz kaldığım zaman hep O’na koşardım” diyor. Şimdi ise bir zamanlar sokaklarında sürttüğü Beyoğlu’nun tek hâkimi. Onca bar, saz salonu var ama bunları yeterli bulmuyor. Gözü diğerlerinde; “İstanbul’un bütün eğlence yerleri bir gün benim olacak.”
En son ‘Carmen Pavyon’u alıyor. “Benle kumar oynanmaz” demişti. Demek böyle kazanmış burayı. Lütfü Engin’in “Çoluk çocuğumun nafakası… Ben şimdi ne yapacağım” diye yakarması boşuna. Aldığı yanıt çok kısa; “Sürüneceksin!”
Kahramanımızın ‘karşısında rakip görmeye tahammülü yok’. Para ve güç ile her şeye sahip olabileceğini düşünüyordu. Oysa bunlar ‘sokak şarkıcısı Azize’nin kalbini kazanmasına yetmeyecektir’.
‘Bu Sana Son Mektubum’ (1968) (Suat Sayın); “İkimiz de anladık//Aşkımızın sonu yok.” Orhan’ın lokali. Müdür Muzaffer Yenen’e ‘işlerin ne kadar büyüdüğünü anlatıyordu’. Her şarkısı defalarca alkışlanan ‘baş solist’ Neriman havalarda uçuyor. “Orhancığım, halk bana tapıyor. Öl desem ölürler.” Ama ‘Orhancığı’ pek mutlu değil. Genç kadının ‘şımarık hareketlerinden bıkmış’. “Kısa kes Aydın havası olsun” ve “Lüzumsuz konuştuğunun farkında mısın” diye terslemediği an yok.
“Kazdım kazdım kum çıktı//Kum dibinden su çıktı//Yazık oldu on bine//Kız diye aldım dul çıktı.” O gece ‘kafayı tütsülemek için gittikleri’ meyhanede Azize döktürüyordu. Neriman beğenmemiş ‘şıllık’, ‘süprüntü’, ‘iğrenç mahlûk’ diye küçümsüyor. Gazinocu ise bambaşka havada. İkisi arasında ‘hiçbir fark yokmuş’.
Neriman; “Sen halt etmişsin. Benim binlerce seyircim var. O’nun nesi var?”
Orhan; “Güzelliği ve sesi. Yalnız O’na şansı yardım etmemiş, meyhanelerde sürtüyor. Sana yardım etmiş İstanbul’un en güzel lokalinde okuyorsun… Eğer paşa gönlüm isterse bir anda O’nu memleketin en popüler artisti yaparım.”
‘Pygmalion’ (1938) ve ‘My Fair Lady’ (1964) filmlerinde ‘fonetik profesörü’ Henry Higgins, sokaklarda çiçek satan Eliza Doolittle’ı birkaç ayda bir düşeş haline getireceğine dair Albay Pickering ile bahse girmişti. Benzer bir şeyi Orhan yapıyor. Bir sokak şarkıcısını, sahnelerin bir numaralı sanatkârı yapacak.
“Aynam düştü yerlere//Karıştı gazellere//Tabiatım kurusun//Bakarım güzellere.” Durumu konuşmak için geldiğinde (Azize’nin nerede oturduğunu sorduğu kişi Enver Dönmez) genç kız, Orhan’ın ilgisini yanlış anlıyor. “Sizinle bir mesele hakkında ‘hususi bir şekilde’ görüşmek istiyorum” demesinden ‘sulandığını’ zannedip demediğini bırakmaz; “Hop dedik! Ayağını kaldır taşa bastın. Yuh be! Kânun-u Sani’nin dandini züppesi. Ne işin var buralarda be? Herifçioğluna bak be. Benle ‘hususi bir şekilde’ görüşecekmiş. Ben senin bildiğin kızlardan değilim. Gözünü aç yoksa ben açarım. Hem de Kasımpaşa’nın ana lağımı gibi. Ben kız oğlan kızım. Ayı… Alimallah, üzerime varma, alırsam seni ayağımın altına belediye silindiri gibi ezerim. Mostrasına bakmadan, bakkaldan fasulye ister gibi istiyor eşşoğlu beş kulak. Babası hariç.”
“Görünüşe göre bugün senle anlaşmak güç olacak” diyor Orhan. Üstesinden gelmeye karar verdiği iş, Henry Higgins’inkinden çok daha zor.
Güç bela kartını verip oradan ‘tüyüyor’. Fırtına sonrası sessizlikte Mıstık karta bakmayı akıl eder. Delikanlının ‘okuma yazma bilmesi’ de ayrı bir şans.
Mıstık; “Kız be!”
Azize; “Ne var be?”
Mıstık; “ Bu adam menşur gazinocular kralı Orhan.”
Azize; “Bana ne! İsterse gol kralı olsun.”
Mıstık; “Seni elinden bir tutarsa menşur yıldız olursun.”
Azize; “Ya elimden tutacağı yerde kalçamdan tutarsa.”
Mıstık; “Bana kalırsa bayramlık esvaplarını giy, hemen kır.”
Azize; “Senin aklına turp sıkayım be! Yuh be!”
“Hey Aygaza Aygaza//Yağmur yağdı Burgaz’a//Bizim köyün kızları//Yarım şişe gazoza.” Sonraki sahnede Orhan’ın evindeydi. Uşak Marsık-Özdemir Akın, şaşkın; “Şey, Efendim, manyağın biri gelmiş. Sizi görmek istiyor.” Kulakta koca küpeler, kolunda bohça, kolye, bilezik, kemer, ağzında sakız. “Yumurta kafa! Ben seni ilk gördüğümde zampara zannettim… İstediğini ‘menşur şarkıcı’ edermişsin. Azıcık bizi de iste. Biz de menşur olalım” diyor Orhan’a.
Genç kız, önce, ‘kalafata çekilecekmiş’. ‘Fam dö şambr’a teslim edilir. Hikmet Gül’ün köşkteki namı bu. Azize, elbette, yanlış anlayıp “Ben ‘vampir şandra’ içmem” diyor.
Banyo ile işe başlarlar. Yeni elbiseler. Mişon Efendi’de çekilen onlarca fotoğraf. Kuaför.
Sonra ‘adabı muaşeret ve Mıgırdıçyan Efendi’den dans dersleri’ var.
‘Ayrılsak da Beraberiz’ (1967) (Yusuf Nalkesen). Neriman, Bahçelievler’deki villadan gönderilir. Artık orası Azize’nin.
O günlerde Orhan’ın hediye yağmuru başlıyor. Çiçek, bilezik, kolye, kürk. (1965 ve 70’den farklı olarak bu çevrimde ‘araba’ yok).
‘Aşka Gönül Vermem Aşka İnanmam’ (1967) (Ahmet Baki Çallıoğlu). Müzik derslerini piyanist Metin verecekmiş.
Azize; “Piyanistin ne işi var burda? Piyanomuz yok ki akort etsin (oysa bir sahne sonra orada güzel bir piyano görülecektir).”
Orhan; “Piyanoyu değil seni akort edecek.”
Daha karşılaştıklarında birbirlerini sevecekleri belliydi.
Önce notalar. Ardından ‘müzik kültürü’, ‘usul ve makamlar’, ‘diyaframı idare etmek’, ‘bestekârlar’. Azize ise hemen ‘Bakmıyor Çeşm-i Siyah’la başlamak istiyordu.
‘Her Gün Yeni Bir Aşkın Şerefine İçersin (Sabır Taşı)’ (Orhan Gencebay). Genç kız, teften piyanoya geçmiş bu şarkıyı söylüyor. Metin, ‘müzik kültürü ile ilgili 4 kitap getirir. Oysa 1965’teki Sürtük’te bir ciltlik ‘Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi’ (1964) (Vural Sözer) yetmişti.
“Sevgilim sen olmasan//Yaşamak neye yarar” (1968) (Suat Sayın). Beraber oldukları lokantada piyanistimizi yakından tanıyoruz. “Hayatım bin bir mücadeleyle geçti. Ufak yaşta annemi sonra da babamı kaybettim. Bu acılar içinde hayatımı kazanmak için turne turne dolaştım.”
‘Seni Andıkça (Mektup)’ (1966) (Patricia Carli / Sezen Cumhur Önal). Bu güzel melodi eşliğinde genç kız anlatıyor; “Annem ben çok ufakken veremden ölmüş. Babam da bir enkaz altında kalmış. Beni Marmara Mehmet Abi büyüttü.”
Sahnedeki ilk şarkısı Metin’in bir bestesi; ‘Azize’ (1967) (Suat Sayın). Salon alkıştan yıkılıyordu.
Bu sırada Orhan da ilişkilerini anlamış. Hakaret, tokat, yapmadığı kalmaz. Çamurdan alıp İstanbul’un en büyük yıldızı yapmasının karşılığını istiyor. ‘Değer verdiği malın elinden alınmasına tahammül edemezmiş’. Dediği yapılmazsa genç kızı sokaklarda süründürecekmiş.
Azize’deki direnç görülmeye değer.
‘Bağdat Yolu’nu (1968) (Cevat Ultanır) söylediği gece ipler kopar; “Dövsen de, kapıyı kilitleyip bütün adamlarını köşkün önüne yığsan da gene gideceğim.” Ancak Orhan da ‘değer verdiği malın elinden alınmasına tahammül edecek biri değil’. Bas bas bağırıyordu; “Bir gün yalvara yalvara buraya döndüreceğim seni.”
Âşıklar iş arıyorlar ama ‘bütün organizatörlerin kulağı bükülmüş’. Orhan sağ olduğu müddetçe iş bulmaları imkânsız.
‘Goldfinger’daki (1964) ‘Golden Girl’ (John Barry). Metin’e para teklifi ve dayak sonuç vermeyince Gazinocular Kralı en acımasız vuruşu yapar.
‘Hatari!’deki (1962) ‘Theme from Hatari!’ (Henry Mancini). Kendisine dönmezse öldürecekmiş! Ama Azize’yi değil ‘piyanisti’! İşte genç kız buna dayanamaz. Tam da Adana’da iş bulmuş gidiyorlardı. Bir mektup bırakarak sevdiğini terk eder. “Metin, beni unut. Benim seni unuttuğum gibi.”
Orhan’a “Kalbim ruhum Metin’e ait. Sana ancak ruhsuz tarafım, etim kemiğim ve zavallı kadınlığım kaldı” diyor. Oysa Gazinocu ‘genç kızın ‘para ile satın alınamayan tarafını, kalbini ruhunu istiyordu’.
Sonuçta kimse mutlu değil.
Azize elinde tef ve ziller eski yaşamına dönüyor; “O hayat daha tatlıydı be! Çüş be! Valla be!”
Pişman olan Orhan sevgilileri bir araya getiriyor. (Sahnede Azize ve piyanoda Metin.)
Kendisi oradan uzaklaşırken iki ‘Sürtük’teki (1965-70) Ekrem ve Kemal’den daha şanslı çünkü yanında Neriman var.
Metin’in genç kız için yaptığı beste; “Ellerimden ellerin//Ayrılmasın Azizem//Gözlerimden gözlerin//Ayrılmasın Azizem//**//Yalvarırım gel gitme//(Çok) Mesudum ben seninle//Ah Azizem, vah Azizem//Beni terk etme.” (1967) (Suat Sayın).
Mahmut Yesari’nin üç perdelik ‘Sürtük’ piyesi (1937) (Remzi Kitabevi). Üsküdar’daki bir yazlıkta geçiyor. Son sevgilisi Bay Macit’i terk etmiş. Tam da o gün sokak kızı Hürmüz oraya sığınmak ister. Genç kız, kaldırımlarda geçen yıllar nedeniyle hava tahmin konusunda Meteoroloji uzmanı gibiydi (sf. 30-32). Macit bu sokak sürtüğünden bir hanımefendi yaratır. Yeni adı Mediha. Ama O da komşu Hayri Akarsel ile kaçıyor.
‘Goldfinger’daki (1964) ‘Death of Tilley’ ve ‘Gassing the Gangsters’ (John Barry).
‘Hayriye kızı’ Azize Uçak ile ‘Suat oğlu Orhan Dinç’ evlenmek üzere. Nikâh memuru Mehmet Gerçek. İmzalar atılmadan Metin yetişmiş. Genç kızdan ‘bir anda değişmesinin hesabını soruyor’.
Azize; “Orhan’ı kıskandırmak için... Aşkından çıldırıyordum. O’nu kendime bağlamam lazımdı. Bunun için de seni buldum. O’nunla seni kıskandırmaktı gayem (‘Seninle O’nu kıskandırmaktı gayem’ diyecekti galiba).
“Avutmaz beni artık//Aşk bile sevda bile.” Neriman, Ay Feri’nin sesi ile ‘Annem’i (1968) (Sonny Bono / Edward Saatçi) söylüyor. Biraz ilerde ise şarkının duygusallığından uzak bir konuşma var.
Orhan; “Seni adam edeceğim kızım.”
Azize; “Benle niye bu kadar uğraşıyorsun be? Maksadın kötü ise vapur yanaşmaz o iskeleye babalık.”
Orhan; “Maksadım seni ve senin gibileri yetiştirip, halkın gözünü boyayıp para kazanmak. O kadar. Sen de yetişirsen sırtından çok para kazanacağım.”
Böyle diyor ama Kıbrıslı heykeltıraş Pygmalion’un yaptığı heykele âşık olması gibi, kısa bir süre sona ‘yarattığı’ genç kıza tutulacaktır.
Sürtük’ün (1937) (Mahmut Yesari) sayısız uyarlamalarında n biri.
“Benim adım Gülpembe//Cilve aşk dolu bende//Gonca güldüm soldurdun//Zalim insaf yok sende//**//Gel yanıma yanıma//Sar kolunu boynuma//Lambaya püf de gel//Bekliyorum koynuma.”
Üç sokak çalgıcısı. Tefte Azize, darbukada Mıstık, kemanda Sülo. ‘Meyhane meyhane dolaşıp sarhoşları eğlendirmeye, parsa toplamaya çalışıyorlar’. Şimdi 3-5 kuruş için göbek atan genç kız, bir kaç ay içinde ‘Pygmalion’daki (1912) (Bernard Shaw) Eliza Doolittle benzeri bir aşama gösterecektir.
‘Gazinocular Kralı’ Orhan acımasız biri. Kaytan bıyık, fötr şapka. Puro veya sigarasını tüttürmediği an yok. Biraz olsun dostça davrandığı tek insan, babasının büyük yardımını gördüğü piyanist Metin. “Aç ve çaresiz kaldığım zaman hep O’na koşardım” diyor. Şimdi ise bir zamanlar sokaklarında sürttüğü Beyoğlu’nun tek hâkimi. Onca bar, saz salonu var ama bunları yeterli bulmuyor. Gözü diğerlerinde; “İstanbul’un bütün eğlence yerleri bir gün benim olacak.”
En son ‘Carmen Pavyon’u alıyor. “Benle kumar oynanmaz” demişti. Demek böyle kazanmış burayı. Lütfü Engin’in “Çoluk çocuğumun nafakası… Ben şimdi ne yapacağım” diye yakarması boşuna. Aldığı yanıt çok kısa; “Sürüneceksin!”
Kahramanımızın ‘karşısında rakip görmeye tahammülü yok’. Para ve güç ile her şeye sahip olabileceğini düşünüyordu. Oysa bunlar ‘sokak şarkıcısı Azize’nin kalbini kazanmasına yetmeyecektir’.
‘Bu Sana Son Mektubum’ (1968) (Suat Sayın); “İkimiz de anladık//Aşkımızın sonu yok.” Orhan’ın lokali. Müdür Muzaffer Yenen’e ‘işlerin ne kadar büyüdüğünü anlatıyordu’. Her şarkısı defalarca alkışlanan ‘baş solist’ Neriman havalarda uçuyor. “Orhancığım, halk bana tapıyor. Öl desem ölürler.” Ama ‘Orhancığı’ pek mutlu değil. Genç kadının ‘şımarık hareketlerinden bıkmış’. “Kısa kes Aydın havası olsun” ve “Lüzumsuz konuştuğunun farkında mısın” diye terslemediği an yok.
“Kazdım kazdım kum çıktı//Kum dibinden su çıktı//Yazık oldu on bine//Kız diye aldım dul çıktı.” O gece ‘kafayı tütsülemek için gittikleri’ meyhanede Azize döktürüyordu. Neriman beğenmemiş ‘şıllık’, ‘süprüntü’, ‘iğrenç mahlûk’ diye küçümsüyor. Gazinocu ise bambaşka havada. İkisi arasında ‘hiçbir fark yokmuş’.
Neriman; “Sen halt etmişsin. Benim binlerce seyircim var. O’nun nesi var?”
Orhan; “Güzelliği ve sesi. Yalnız O’na şansı yardım etmemiş, meyhanelerde sürtüyor. Sana yardım etmiş İstanbul’un en güzel lokalinde okuyorsun… Eğer paşa gönlüm isterse bir anda O’nu memleketin en popüler artisti yaparım.”
‘Pygmalion’ (1938) ve ‘My Fair Lady’ (1964) filmlerinde ‘fonetik profesörü’ Henry Higgins, sokaklarda çiçek satan Eliza Doolittle’ı birkaç ayda bir düşeş haline getireceğine dair Albay Pickering ile bahse girmişti. Benzer bir şeyi Orhan yapıyor. Bir sokak şarkıcısını, sahnelerin bir numaralı sanatkârı yapacak.
“Aynam düştü yerlere//Karıştı gazellere//Tabiatım kurusun//Bakarım güzellere.” Durumu konuşmak için geldiğinde (Azize’nin nerede oturduğunu sorduğu kişi Enver Dönmez) genç kız, Orhan’ın ilgisini yanlış anlıyor. “Sizinle bir mesele hakkında ‘hususi bir şekilde’ görüşmek istiyorum” demesinden ‘sulandığını’ zannedip demediğini bırakmaz; “Hop dedik! Ayağını kaldır taşa bastın. Yuh be! Kânun-u Sani’nin dandini züppesi. Ne işin var buralarda be? Herifçioğluna bak be. Benle ‘hususi bir şekilde’ görüşecekmiş. Ben senin bildiğin kızlardan değilim. Gözünü aç yoksa ben açarım. Hem de Kasımpaşa’nın ana lağımı gibi. Ben kız oğlan kızım. Ayı… Alimallah, üzerime varma, alırsam seni ayağımın altına belediye silindiri gibi ezerim. Mostrasına bakmadan, bakkaldan fasulye ister gibi istiyor eşşoğlu beş kulak. Babası hariç.”
“Görünüşe göre bugün senle anlaşmak güç olacak” diyor Orhan. Üstesinden gelmeye karar verdiği iş, Henry Higgins’inkinden çok daha zor.
Güç bela kartını verip oradan ‘tüyüyor’. Fırtına sonrası sessizlikte Mıstık karta bakmayı akıl eder. Delikanlının ‘okuma yazma bilmesi’ de ayrı bir şans.
Mıstık; “Kız be!”
Azize; “Ne var be?”
Mıstık; “ Bu adam menşur gazinocular kralı Orhan.”
Azize; “Bana ne! İsterse gol kralı olsun.”
Mıstık; “Seni elinden bir tutarsa menşur yıldız olursun.”
Azize; “Ya elimden tutacağı yerde kalçamdan tutarsa.”
Mıstık; “Bana kalırsa bayramlık esvaplarını giy, hemen kır.”
Azize; “Senin aklına turp sıkayım be! Yuh be!”
“Hey Aygaza Aygaza//Yağmur yağdı Burgaz’a//Bizim köyün kızları//Yarım şişe gazoza.” Sonraki sahnede Orhan’ın evindeydi. Uşak Marsık-Özdemir Akın, şaşkın; “Şey, Efendim, manyağın biri gelmiş. Sizi görmek istiyor.” Kulakta koca küpeler, kolunda bohça, kolye, bilezik, kemer, ağzında sakız. “Yumurta kafa! Ben seni ilk gördüğümde zampara zannettim… İstediğini ‘menşur şarkıcı’ edermişsin. Azıcık bizi de iste. Biz de menşur olalım” diyor Orhan’a.
Genç kız, önce, ‘kalafata çekilecekmiş’. ‘Fam dö şambr’a teslim edilir. Hikmet Gül’ün köşkteki namı bu. Azize, elbette, yanlış anlayıp “Ben ‘vampir şandra’ içmem” diyor.
Banyo ile işe başlarlar. Yeni elbiseler. Mişon Efendi’de çekilen onlarca fotoğraf. Kuaför.
Sonra ‘adabı muaşeret ve Mıgırdıçyan Efendi’den dans dersleri’ var.
‘Ayrılsak da Beraberiz’ (1967) (Yusuf Nalkesen). Neriman, Bahçelievler’deki villadan gönderilir. Artık orası Azize’nin.
O günlerde Orhan’ın hediye yağmuru başlıyor. Çiçek, bilezik, kolye, kürk. (1965 ve 70’den farklı olarak bu çevrimde ‘araba’ yok).
‘Aşka Gönül Vermem Aşka İnanmam’ (1967) (Ahmet Baki Çallıoğlu). Müzik derslerini piyanist Metin verecekmiş.
Azize; “Piyanistin ne işi var burda? Piyanomuz yok ki akort etsin (oysa bir sahne sonra orada güzel bir piyano görülecektir).”
Orhan; “Piyanoyu değil seni akort edecek.”
Daha karşılaştıklarında birbirlerini sevecekleri belliydi.
Önce notalar. Ardından ‘müzik kültürü’, ‘usul ve makamlar’, ‘diyaframı idare etmek’, ‘bestekârlar’. Azize ise hemen ‘Bakmıyor Çeşm-i Siyah’la başlamak istiyordu.
‘Her Gün Yeni Bir Aşkın Şerefine İçersin (Sabır Taşı)’ (Orhan Gencebay). Genç kız, teften piyanoya geçmiş bu şarkıyı söylüyor. Metin, ‘müzik kültürü ile ilgili 4 kitap getirir. Oysa 1965’teki Sürtük’te bir ciltlik ‘Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi’ (1964) (Vural Sözer) yetmişti.
“Sevgilim sen olmasan//Yaşamak neye yarar” (1968) (Suat Sayın). Beraber oldukları lokantada piyanistimizi yakından tanıyoruz. “Hayatım bin bir mücadeleyle geçti. Ufak yaşta annemi sonra da babamı kaybettim. Bu acılar içinde hayatımı kazanmak için turne turne dolaştım.”
‘Seni Andıkça (Mektup)’ (1966) (Patricia Carli / Sezen Cumhur Önal). Bu güzel melodi eşliğinde genç kız anlatıyor; “Annem ben çok ufakken veremden ölmüş. Babam da bir enkaz altında kalmış. Beni Marmara Mehmet Abi büyüttü.”
Sahnedeki ilk şarkısı Metin’in bir bestesi; ‘Azize’ (1967) (Suat Sayın). Salon alkıştan yıkılıyordu.
Bu sırada Orhan da ilişkilerini anlamış. Hakaret, tokat, yapmadığı kalmaz. Çamurdan alıp İstanbul’un en büyük yıldızı yapmasının karşılığını istiyor. ‘Değer verdiği malın elinden alınmasına tahammül edemezmiş’. Dediği yapılmazsa genç kızı sokaklarda süründürecekmiş.
Azize’deki direnç görülmeye değer.
‘Bağdat Yolu’nu (1968) (Cevat Ultanır) söylediği gece ipler kopar; “Dövsen de, kapıyı kilitleyip bütün adamlarını köşkün önüne yığsan da gene gideceğim.” Ancak Orhan da ‘değer verdiği malın elinden alınmasına tahammül edecek biri değil’. Bas bas bağırıyordu; “Bir gün yalvara yalvara buraya döndüreceğim seni.”
Âşıklar iş arıyorlar ama ‘bütün organizatörlerin kulağı bükülmüş’. Orhan sağ olduğu müddetçe iş bulmaları imkânsız.
‘Goldfinger’daki (1964) ‘Golden Girl’ (John Barry). Metin’e para teklifi ve dayak sonuç vermeyince Gazinocular Kralı en acımasız vuruşu yapar.
‘Hatari!’deki (1962) ‘Theme from Hatari!’ (Henry Mancini). Kendisine dönmezse öldürecekmiş! Ama Azize’yi değil ‘piyanisti’! İşte genç kız buna dayanamaz. Tam da Adana’da iş bulmuş gidiyorlardı. Bir mektup bırakarak sevdiğini terk eder. “Metin, beni unut. Benim seni unuttuğum gibi.”
Orhan’a “Kalbim ruhum Metin’e ait. Sana ancak ruhsuz tarafım, etim kemiğim ve zavallı kadınlığım kaldı” diyor. Oysa Gazinocu ‘genç kızın ‘para ile satın alınamayan tarafını, kalbini ruhunu istiyordu’.
Sonuçta kimse mutlu değil.
Azize elinde tef ve ziller eski yaşamına dönüyor; “O hayat daha tatlıydı be! Çüş be! Valla be!”
Pişman olan Orhan sevgilileri bir araya getiriyor. (Sahnede Azize ve piyanoda Metin.)
Kendisi oradan uzaklaşırken iki ‘Sürtük’teki (1965-70) Ekrem ve Kemal’den daha şanslı çünkü yanında Neriman var.
Metin’in genç kız için yaptığı beste; “Ellerimden ellerin//Ayrılmasın Azizem//Gözlerimden gözlerin//Ayrılmasın Azizem//**//Yalvarırım gel gitme//(Çok) Mesudum ben seninle//Ah Azizem, vah Azizem//Beni terk etme.” (1967) (Suat Sayın).
Mahmut Yesari’nin üç perdelik ‘Sürtük’ piyesi (1937) (Remzi Kitabevi). Üsküdar’daki bir yazlıkta geçiyor. Son sevgilisi Bay Macit’i terk etmiş. Tam da o gün sokak kızı Hürmüz oraya sığınmak ister. Genç kız, kaldırımlarda geçen yıllar nedeniyle hava tahmin konusunda Meteoroloji uzmanı gibiydi (sf. 30-32). Macit bu sokak sürtüğünden bir hanımefendi yaratır. Yeni adı Mediha. Ama O da komşu Hayri Akarsel ile kaçıyor.
‘Goldfinger’daki (1964) ‘Death of Tilley’ ve ‘Gassing the Gangsters’ (John Barry).
‘Hayriye kızı’ Azize Uçak ile ‘Suat oğlu Orhan Dinç’ evlenmek üzere. Nikâh memuru Mehmet Gerçek. İmzalar atılmadan Metin yetişmiş. Genç kızdan ‘bir anda değişmesinin hesabını soruyor’.
Azize; “Orhan’ı kıskandırmak için... Aşkından çıldırıyordum. O’nu kendime bağlamam lazımdı. Bunun için de seni buldum. O’nunla seni kıskandırmaktı gayem (‘Seninle O’nu kıskandırmaktı gayem’ diyecekti galiba).
TUĞRA GÜMÜŞ İŞLEME KUKA TESBİH |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
EKSİKLER VE YANLIŞLAR İÇİN LÜTFEN YORUM YAPIN. YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.