HUNP: 7,8 Follow @filmnostalgi Tweet |
Vizyon Tarihi : 1968
Hunp : 7,8
Orijinal Dil : Türkçe
Oyuncular :
Ayhan Işık | Binbaşı Orhan | |
Selda Alkor | Bayan Çing Çung/Neslihan | |
Cahit Irgat | Türk Albay | |
Turgut Özatay | Mr. Charles | |
Feri Cansel | Madelena | |
Talat Gözbak | Lübnan Polisi | |
Feridun Çölgeçen | Otel Görevlisi | |
Erol Keskin | ||
Kayhan Yıldızoğlu | Bay Çing Çung | |
Seyfi Havaeri | ||
Halit Vurgun | ||
Behçet Nacar | ||
Hüseyin Kutman | ||
Bilal İnci | ||
Ali Seyhan | Sakalov | |
Yaşar Şener | ||
Erdoğan Seren | ||
Mustafa Yavuz | ||
Lütfü Engin | ||
Arap Celal | ||
Sadri Karan | Huanlançin | |
Ali Demir | Lübnan Polisi | |
Hüseyin Zan | Amerikalı Albay | |
Orhan Alkan | ||
Süha Doğan | ||
Necip Tekçe | Manuel | |
İlhan Hemşeri | ||
Özdemir Akın | ||
Abdurrahman Palay | A. Işık Seslendirmesi | |
Agah Hün | N. Tekçe Seslendirmesi | |
Nevin Akkaya | S. Alkor Seslendirmesi |
Yönetmen
|
|
Senaryo
|
|
Yapımcı
|
|
Görüntü Yönetmeni
|
|
Eser
|
|
Tür
|
|
Özellikler
|
|
Ülke
|
Türkiye
|
Etiketler
|
|
Yönetmen Ekibi
|
Samim Utku (Teknik
Yönetmen)
|
Firmalar
|
Er Film (Yapım)
|
Binbaşı
Orhan ile Türkiye’de faaliyet gösteren sabotaj ajanlarından Bayan Çing Çong
arasındaki aşkı konu alır. Orhan, uzun müddet Hong Kong’da görev yapmıştır.
İstanbul’daki yabancı teşkilatları araştırmak üzere Türkiye’ye döner. Bayan
Çing Çong, Mr. Charles’ın emri altında çalışan ajanlardandır. Orhan ile Bayan
Çing Çong’un birbirlerinden hoşlanmaları, iki taraf için de iz sürmek için
fırsat olarak görülür. Fakat bu birliktelik bir süre sonra aşka dönüşecektir.
(İbrahim Veli Sözer)
Replikler :
Beyrut (filmle aynı adlı
romanda Şam), Grand Hotel.
Orhan; “Sen güzel bir kadınsın.”
Madelena; “Yalnız o kadar mı?”
Orhan; “Bir kadın için güzel olmaktan daha mühim ne olabilir?”
Madelena; “Bir kadın için, gönül verdiği erkeğin kendisini sevdiğine inanmış olması güzel olmasından daha değerlidir.”
1951. ‘Arabesque’ (1966) için yapılan ‘Shower of Paradise / Bagdad on Thames’ (Henry Mancini) melodisi. Hong Kong’dan havalanan pervaneli DC–3 / C–47 Douglas [roman (birinci basım 1952) (İnkılâp Kitabevi) Yeşilköy’deki Constellation tipi Pan Am uçağında başlıyor]; “Dikkat, dikkat! Sayın yolcularımız lütfen kemerlerinizi takınız, çikletlerinizi çiğnemeye başlayınız. Hareket ediyoruz (sf. 9& #8211;10).”
Türk Genel Kurmayından Binbaşı Orhan Sümer buradaki çalışmasını tamamlamış İstanbul’a dönüyor. “Tek bir söz söylemeden, bütün arzularını gözleri ile ifade edebilen bir erkek.” Yanındaki koltukta ise bir afet; Madelena. “26 yaşında. Bir parça Fransız, biraz İspanyol, bir nebze de Hollandalı.” Bütün Asya’yı bu güzel kadınla diz dize baş başa geçmek üzereyken ‘şiddetli bir fırtına nedeniyle’ Lübnan Havaalanına inerler. “..Uçağımız bu gece hareket edemeyecektir. Grand Hotel’de yerleriniz ayrılmıştır.” (Görevlinin 3–4 saniye Orhan’a bakarak söyleyeceklerini beklemesi çok güzeldi.) Madelena’nın hostesten koltuk değneklerini istemesi bizi ve Orhan’ı ama en çok kitabın yazarını şaşırtıyor; “Koltuk değnekleri mi? Ne münasebet, ne demek koltuk değnekleri?”
O gece Orhan’ın yatağında beraber olurlar. “İki saat evvel tanışıp iki saat sonra bir otel odasının duvarları arasında karanlıklara karışan iki yolcu (sf. 33).” Sabaha karşı Lübnan polisi genç kadını tutukluyor. Nedeni, beyaz zehir kaçakçılığı. Pasta kutusu ve koltuk değneklerinde kilolarca eroin var. Sakatlığı da bir aldatmacaymış. Romanda Madelena bir daha görünmezken filmde onunla tekrar karşılaşacağız.
‘Our Man Flint/Tell Me More About That Volcano’ (1966) (Jerry Goldsmith) melodisi ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur. “İstanbul, Nuh’un Gemisi gibi suların arasında çalkanıp duruyor (sf. 5).” 60’lı yılların ajan filmlerinde sık rastladığımız bir numara, Orhan, eğer izleyen varsa atlatmak için 34 DU 412 plakalı taksiden inip 34 FD 138 plakalı başka birine biniyor. Çok güzel İstanbul manzaraları izlediğimiz bu koşturma ‘Man Does Not Live By Bread Alone’ (1966) (Goldsmith) melodisi ile girdiğimiz Üstün Han’da sona erer. Hiç umulmaz ama burası Türk, Amerikan, İngiliz ve Fransız gizli servislerinin çalışma yeri. Albay, Orhan’a yeni görevinden söz ediyor. ‘Tüm dünyanın düşmanı bir teşkilat’ her ülkede, o ülkenin dilini, adetlerini, hayat tarzını bilen ajanlarla sabotajlar yapıyormuş. Diğer ‘marifetleri’ silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı. “Kökleri Demir Perde gerisinde fakat içlerinde her milletten insan var.” (Romanda ise, yazıldığı Kore Savaşı dönemine uygun olarak, Hong Kong’daki gizli komünist teşkilatından, Kore’deki Birleşmiş Milletler Ordularına karşı eylemlerden söz ediliyor.) Orhan, ‘doğu vilayetlerimizin birinden gelmiş bir deri tüccarı’ gibi Tarabya Oteli’nde kalıp (romanda Akdeniz memleketlerine ham deri ihraç eden bir Türk tüccarı) çeteyi bulmaya çalışacak.
Uzun zamandır ayrı olduğu şehrinde biraz eğlenmek için [‘Acı Günler’ (1967) filminden anımsadığımız] Çiçek Sarayı’na gider. “Aylar sonra nihayet İstanbul. İçkinin bile tadı değişik.” Burada ‘bir erkeği bir anda mahvedecek, harap edecek güzelliğe sahip’ bayan Çing Çung’u görür. Kocası ve ‘yabancı bir şirketin İstanbul mümessili Mr. Charles’ ile beraber olan güzel kadından o denli etkilenir ki ajanlığı falan unutup dansa kaldırıyor. ‘The Look of Love’ (1967) (Bacharach / David) melodisi ile yaptıkları dans ikisinin yüreklerinde fırtınalar koparır. Daha o gece Çing Çungların konuşmalarından çete elemanları olduklarını anlıyoruz.
Sonraki bir gün Guvanlançin (unutulmaz Sadri Karan), Orhan’ı izler. Neyse ki amacı yalnızca Bayan Çing Çung’un davetini iletmekmiş. ‘Son Gece’ (1967) ve ‘Bire On Vardı’ (1963) gibi filmlerden anımsadığımız (İç) Erenköy’deki villada küçük bir ‘Erikler Çiçek Açtı Ayini’ne tanık oluruz. (Romandaki Orhan daha şanslı. Güneş Dağı, Papakaro Mabedi’ndeki ayinin tamamını izler.)
Tam da o günlerde ‘4 devlete mensup 6 subayla’ bir toplantı için İzmir’e gitmesi gerekir. Uçağa, kalkış saatine ayarlı bir bomba yerleştirilmiş. (Romanda ‘kızıl tehlike’ iyice vurgulansın diye bombanın Rus yapımı olduğu söyleniyor.) Çing Çung, ‘Son Gece’deki (1967) Maria gibi sevdiğine durumu bildirerek uçaktakileri kurtarır.
Onları ölümle cezalandırmak isteyen Mr. Charles’a Bay Çing Çung’un söyledikleri içimizi rahatlatıyor. “..Evliydik ama hiçbir zaman karım olmadı. Bu evlilik teşkilatın emriyle yapılmış bir vazifeydi… Bilgi toplamamız kolay olsun diye hazırlanmış bir oyundu.” Hele ‘karısı’ ile Charles’ın konuşmaları.
Charles; “Bu ihanete sebep neydi, aşkın mı?”
“Hayır, aşktan da üstün bir duygu. Vatanıma hizmet duygusu… Ben Türkistanlıyım. Aslım, neslim Türk benim. Adım Neslihan. Vatanım Türkiye’de öleceğim. Bu da benim için dünyanın en büyük tesellisi olacak.”
Neyse ki sonu Maria gibi olmaz. Tam idam edilecekken kurtarılır. Filmin sonunda Orhan’la aynı uçakta ‘yeni maceralara doğru giderler’.
Neredeyse her sahnesi özdeyiş niteliğinde sözlerle dolu olan filmde deniz kıyısındaki konuşma.
Neslihan; “Ne ayrılabiliyorum sizden nede sizinle beraber olmaya cesaret edebiliyorum… Bir kadın olarak dost kalmak istiyorum sizinle.”
Orhan; “Sizin gibi güzel bir kadınla bir erkek, iki dost olarak bir arada bulunamazlar asla. Buna ne tabiat kanunları nede insani duygular müsaade etmez (‘eder’ diyecekti).” (Murat Çelenligil)
Orhan; “Sen güzel bir kadınsın.”
Madelena; “Yalnız o kadar mı?”
Orhan; “Bir kadın için güzel olmaktan daha mühim ne olabilir?”
Madelena; “Bir kadın için, gönül verdiği erkeğin kendisini sevdiğine inanmış olması güzel olmasından daha değerlidir.”
1951. ‘Arabesque’ (1966) için yapılan ‘Shower of Paradise / Bagdad on Thames’ (Henry Mancini) melodisi. Hong Kong’dan havalanan pervaneli DC–3 / C–47 Douglas [roman (birinci basım 1952) (İnkılâp Kitabevi) Yeşilköy’deki Constellation tipi Pan Am uçağında başlıyor]; “Dikkat, dikkat! Sayın yolcularımız lütfen kemerlerinizi takınız, çikletlerinizi çiğnemeye başlayınız. Hareket ediyoruz (sf. 9& #8211;10).”
Türk Genel Kurmayından Binbaşı Orhan Sümer buradaki çalışmasını tamamlamış İstanbul’a dönüyor. “Tek bir söz söylemeden, bütün arzularını gözleri ile ifade edebilen bir erkek.” Yanındaki koltukta ise bir afet; Madelena. “26 yaşında. Bir parça Fransız, biraz İspanyol, bir nebze de Hollandalı.” Bütün Asya’yı bu güzel kadınla diz dize baş başa geçmek üzereyken ‘şiddetli bir fırtına nedeniyle’ Lübnan Havaalanına inerler. “..Uçağımız bu gece hareket edemeyecektir. Grand Hotel’de yerleriniz ayrılmıştır.” (Görevlinin 3–4 saniye Orhan’a bakarak söyleyeceklerini beklemesi çok güzeldi.) Madelena’nın hostesten koltuk değneklerini istemesi bizi ve Orhan’ı ama en çok kitabın yazarını şaşırtıyor; “Koltuk değnekleri mi? Ne münasebet, ne demek koltuk değnekleri?”
O gece Orhan’ın yatağında beraber olurlar. “İki saat evvel tanışıp iki saat sonra bir otel odasının duvarları arasında karanlıklara karışan iki yolcu (sf. 33).” Sabaha karşı Lübnan polisi genç kadını tutukluyor. Nedeni, beyaz zehir kaçakçılığı. Pasta kutusu ve koltuk değneklerinde kilolarca eroin var. Sakatlığı da bir aldatmacaymış. Romanda Madelena bir daha görünmezken filmde onunla tekrar karşılaşacağız.
‘Our Man Flint/Tell Me More About That Volcano’ (1966) (Jerry Goldsmith) melodisi ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur. “İstanbul, Nuh’un Gemisi gibi suların arasında çalkanıp duruyor (sf. 5).” 60’lı yılların ajan filmlerinde sık rastladığımız bir numara, Orhan, eğer izleyen varsa atlatmak için 34 DU 412 plakalı taksiden inip 34 FD 138 plakalı başka birine biniyor. Çok güzel İstanbul manzaraları izlediğimiz bu koşturma ‘Man Does Not Live By Bread Alone’ (1966) (Goldsmith) melodisi ile girdiğimiz Üstün Han’da sona erer. Hiç umulmaz ama burası Türk, Amerikan, İngiliz ve Fransız gizli servislerinin çalışma yeri. Albay, Orhan’a yeni görevinden söz ediyor. ‘Tüm dünyanın düşmanı bir teşkilat’ her ülkede, o ülkenin dilini, adetlerini, hayat tarzını bilen ajanlarla sabotajlar yapıyormuş. Diğer ‘marifetleri’ silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı. “Kökleri Demir Perde gerisinde fakat içlerinde her milletten insan var.” (Romanda ise, yazıldığı Kore Savaşı dönemine uygun olarak, Hong Kong’daki gizli komünist teşkilatından, Kore’deki Birleşmiş Milletler Ordularına karşı eylemlerden söz ediliyor.) Orhan, ‘doğu vilayetlerimizin birinden gelmiş bir deri tüccarı’ gibi Tarabya Oteli’nde kalıp (romanda Akdeniz memleketlerine ham deri ihraç eden bir Türk tüccarı) çeteyi bulmaya çalışacak.
Uzun zamandır ayrı olduğu şehrinde biraz eğlenmek için [‘Acı Günler’ (1967) filminden anımsadığımız] Çiçek Sarayı’na gider. “Aylar sonra nihayet İstanbul. İçkinin bile tadı değişik.” Burada ‘bir erkeği bir anda mahvedecek, harap edecek güzelliğe sahip’ bayan Çing Çung’u görür. Kocası ve ‘yabancı bir şirketin İstanbul mümessili Mr. Charles’ ile beraber olan güzel kadından o denli etkilenir ki ajanlığı falan unutup dansa kaldırıyor. ‘The Look of Love’ (1967) (Bacharach / David) melodisi ile yaptıkları dans ikisinin yüreklerinde fırtınalar koparır. Daha o gece Çing Çungların konuşmalarından çete elemanları olduklarını anlıyoruz.
Sonraki bir gün Guvanlançin (unutulmaz Sadri Karan), Orhan’ı izler. Neyse ki amacı yalnızca Bayan Çing Çung’un davetini iletmekmiş. ‘Son Gece’ (1967) ve ‘Bire On Vardı’ (1963) gibi filmlerden anımsadığımız (İç) Erenköy’deki villada küçük bir ‘Erikler Çiçek Açtı Ayini’ne tanık oluruz. (Romandaki Orhan daha şanslı. Güneş Dağı, Papakaro Mabedi’ndeki ayinin tamamını izler.)
Tam da o günlerde ‘4 devlete mensup 6 subayla’ bir toplantı için İzmir’e gitmesi gerekir. Uçağa, kalkış saatine ayarlı bir bomba yerleştirilmiş. (Romanda ‘kızıl tehlike’ iyice vurgulansın diye bombanın Rus yapımı olduğu söyleniyor.) Çing Çung, ‘Son Gece’deki (1967) Maria gibi sevdiğine durumu bildirerek uçaktakileri kurtarır.
Onları ölümle cezalandırmak isteyen Mr. Charles’a Bay Çing Çung’un söyledikleri içimizi rahatlatıyor. “..Evliydik ama hiçbir zaman karım olmadı. Bu evlilik teşkilatın emriyle yapılmış bir vazifeydi… Bilgi toplamamız kolay olsun diye hazırlanmış bir oyundu.” Hele ‘karısı’ ile Charles’ın konuşmaları.
Charles; “Bu ihanete sebep neydi, aşkın mı?”
“Hayır, aşktan da üstün bir duygu. Vatanıma hizmet duygusu… Ben Türkistanlıyım. Aslım, neslim Türk benim. Adım Neslihan. Vatanım Türkiye’de öleceğim. Bu da benim için dünyanın en büyük tesellisi olacak.”
Neyse ki sonu Maria gibi olmaz. Tam idam edilecekken kurtarılır. Filmin sonunda Orhan’la aynı uçakta ‘yeni maceralara doğru giderler’.
Neredeyse her sahnesi özdeyiş niteliğinde sözlerle dolu olan filmde deniz kıyısındaki konuşma.
Neslihan; “Ne ayrılabiliyorum sizden nede sizinle beraber olmaya cesaret edebiliyorum… Bir kadın olarak dost kalmak istiyorum sizinle.”
Orhan; “Sizin gibi güzel bir kadınla bir erkek, iki dost olarak bir arada bulunamazlar asla. Buna ne tabiat kanunları nede insani duygular müsaade etmez (‘eder’ diyecekti).” (Murat Çelenligil)
Değerli Yönetici,
YanıtlaSilSinemaTürk'teki yazımı kullanmışsınız.
Teşekkür ederim.
Murat Çelenligil.